Emcet Olcaytu: Ödünsüz bir direnişçi!
Cumhuriyet gazetesi yazarı Mustafa Balbay, geçtiğimiz cuma günü yaşamını yitiren Emcet Olcaytu'yu köşesine taşıdı. Olcaytu ile Silivri Cezaevi'ndeki anılarına yer verdiği yazısında Balbay, "vicdandan başka terazisi olmayan, katıksız hukukun başı sağ olsun" ifadesini kullandı.
Balbay'ın yazısı şöyle:
İnsan bazen hangi koşullarda olursa olsun, tanıdığına sevindiği bir kişiye, “şükür tanıştırana” der.
Geçen cuma günü yaşamını yitiren Ergenekon davası sanıklarından avukat Emcet Olcaytu’ya, duruşma aralarındaki uzun sohbetlerimizden birinde böyle demiştim. Onun da 4 yıl esaret altında kaldığı süreç olmasaydı tabii ki öylesine çok zaman zenginliğimiz olmayacaktı!
67 yaşında aramızdan ayrılan Olcaytu, Ergenekon savcılarına ve hâkimlerina kök söktüren iyi bir hukuk bilgisine, muhakeme gücüne, polemik enerjisine ve inandığı değerler için direnme bilincine sahipti.
Önümüzdeki dönemde Yargıtay’da görülecek Ergenekon davasında sadece Olcaytu’nun madde madde dile getirdiği itirazları ortaya konsa, yeterlidir.
Bir savcının sormaya hakkı olmadığı bir soru sorması üzerine karşılığı şu olmuştu:
“Sana ne? Bundan sana ne? Sorunu dosya kapsamında sor...”
Mahkeme heyeti onca hukuksuzluğu dikkate almadan duruşmaları sürdürünce, cuma günleri yapılan talep konuşmasında yine bıkıp usanmadan hukuk dışılıkları dile getirdi, sözünü şöyle bağladı:
“Bütün bunların gereğini yapmayan heyetinizden hiçbir kişisel talebim yoktur...”
Mahkemenin tahliye kararı vermediği dönemlerde de talebi şu olmuştu:
“Tutukluluğumun devamını talep ediyorum...”
***
Olcaytu, bunca direnci onca hastalığı varken gösteriyordu.
Bildiklerimiz, şeker ve kalpti... Diyet yapması gerekiyordu. Cezaevi koşullarında bu neredeyse olanaksızdı. Duruşma günleri yakınlarının diyet yemek getirmesine başlangıçta izin verilmedi. Sağlık raporları da gösterildikten sonra kabul ettiler.
Şeker doğal yaşamını öyle etkiliyordu ki, yazın bile eldiven takmak zorunda kalıyordu. Bu koşullarda savunmasını yazması için daktilo ya da bilgisayar verilmesini istedi. Kabul edilmedi. Cezaevinde belli aralıklarla kullanıma izin verilen bilgisayar odasından yararlanması kararı çıktı. Bunu kabul etmedi, ayrıca dava açtı.
Bütün bunların yanında yaşama öylesine tutunuyordu ki; su şişesi kapaklarından ve dolap içi demir tablasından tavla yapmıştı. İçeriye tavla sokmak yasak olduğu için bunun kıymetini anlatamam.
Bir de türkü söylemesini severdi. Tutuklu polis müdürü Servet Kaynak’la birlikte sözlerini tam bilmedikleri türküler üzerinde çalışırlardı. Mahkeme heyeti akşam duruşmaya devam edecekse, 2-3 saat ara verirdi. O aralarda güzel türkü mırıldanmaları dinlerdik. Türkünün, “kollarımdan bağlasalar beni zincire, kırarım zincirleri giderim yâre” bölümünde gençler takılırdı: “Emcet kırıp gitsene...”
Espriyi de yapıştırırdı:
“Sizi bırakamıyorum, kıymetinizi bilir...”
***
Olcaytu, ağır hapishane koşulları olmasaydı, kontrol edilebilir hastalıklar nedeniyle bu kadar erken gider miydi?
Silivri kışları öyleydi ki; çift kat yün içlik, çift çorap ve botla duruyorduk. Kaloriferler o koşullara göre iyi yanıyordu ama, hiç güneş görmeyen koğuşlar buz damı gibiydi.
Bugün Silivri’de Ergenekon davalarında tutuklulukları alkışlayanlar, hatta bunun için rol alanlar kalıyor.
Düşmanımıza istemediğimiz o koşulları elbet onlar için de istemeyiz. İnsani koşullarda olmaları gerekir. Bu insani ve hukuki hakları. Ve tabii ki suçüstü hali ya da yüz kızartıcı suçlar dışında tutuklu yargılama olmaması gerekir.
Noktayı, Olcaytu ile koyalım...
En ince hukuki ayrıntıları dile getirip, hukuku hiçe sayan heyeti bile zor durumda bırakması hepimizin dilindeydi. Bu bilgisine saygımızı göstermek için bazen takılırdık:
“Emcet Abi, arkadaşlar yan pencereyi açmak istiyor, hukuka uygun mu?”
Vicdandan başka terazisi olmayan, katıksız hukukun başı sağ olsun.
ulusalkanal.com.tr