Tohuma üvey evlat muamelesi

Çetin Ünsalan Yazar ulusalkanaliletisim@gmail.com

Tüm dünyanın kabul ettiği bir gerçek var ki tarım, geleceğin en stratejik ve katma değer sağlayacak sektörlerinin başında geliyor. Bu konuda çok ciddi avantajlarımız olmasına rağmen, daha engellemeye tohum aşamasında başlamamız ise, bizim ne denli açmazlarımız olduğunu ortaya koyuyor.

Uzun zamandır tohum takas şenlikleri üzerinden insanımızın yerli tohumu yaşatma çabasını takip ediyorum. Özellikle Ege’de gerçekleşen şenliklerle amatör bazda yurttaş, Anadolu’ya ait tohumu yaşatmanın mücadelesini veriyor.

Nitekim geçtiğimiz aylarda kurulan Geleneksel Tohum Derneği ise, bunun daha organize bir biçimde hayata geçmesini sağlayacak yöntemleri, evde yetiştirmeye varan bir çıtada kemikleştiriyor. Önümüzdeki süreçte bu derneğin, Türk tohumlarının yaşaması adına çok ciddi işler yapacağını görüyoruz.

Öte yandan yasal düzenlemeler bu kesimin üzerinde de ciddi açmazları beraberinde getiriyor. Zannediyordum ki, olay sadece onlar için engel. Hafta sonunda Türkiye Tohumcular Birliği’nin basın bilgilendirmesi toplantısına Ekonomi Gazetecileri Derneği üyeleri olarak katıldık.

Son derece verimli bir toplantıydı. En azından GDO’ya nasıl karşı olduklarını, doğal dölleme olan hibrit ile arasındaki farkların ne olduğunu aktardılar. Fakat bu toplantılar kapsamında gördüm ki, durum sanıldığından daha vahim.

Tohum üretimi konusunda şirketlerimiz olmasına rağmen, onların da tohum üretip, dünya pazarlarında yer edinmek ile ilgili ciddi açmazları var. Yerli tohumun geliştirilmesi adına yapılması gereken ar-ge çalışmalarında kamunun ezbere yaklaşımından, sektörü sanayi dalı olarak kabul etmeyip, teşviklerden faydalanmamasına kadar bir dizi sorunu onlar da yaşıyor.

Oysa 1839’da başlayan çalışmalarda bugün 660 şirketin faaliyet gösterdiği bir alandan söz ediyoruz. Bunların 20 tanesi dışında ise hepsi Türk şirketi… Ama yine anladığım kadarıyla o 20 şirket pazarı domine ediyor ve Türk şirketlerinin palazlanmasına da fırsat verilmiyor.

Sektörün 1 milyar dolarlık ticaret hacmi var. Bunun alt diliminde ise 150 milyon dolarlık ihracat, 200 milyon dolarlık ithalat söz konusu. Fakat ithal edilenlerin içinde damızlık tohumlar da var.

Yine de aşırı liberalize edilmiş bir piyasanın, yine kontrolsüz bırakılması da çelişkiler yaratmıyor değil. Mesela kendilerine yönelttiğim bir sorunun yanıtını alamadım ve bu da beni endişelendirmedi değil.

Toplantıda 2006 yılından itibaren yasanın çıkmasıyla tohumculuk sektörünün sıçramasına ters orantılı olarak tarım sektörünün çöküşünü nasıl açıkladıklarını sordum. Ne yazık ki tarım politikalarına girmekten imtina ederek, soruyu taça attılar.

Oysa tarımın ana girdi maddesi olan tohum yerli değilse ve burada kısırlığı yok edilerek, üretken bir biçimde çiftçiyle buluşturulmuyorsa, o ülkede zaten tarımın yaşama şansı yok. Bu yüzden tarım politikaları içinde tohumu ayrıca tartışmak çok anlamsız kalıyor.

Anlatılanlardan gördüm ki, her şeye rağmen araştırma geliştirme yapılıyor. Tohumlara yönelik ciddi bir gen bankası bulunuyor. Ama eğer ülkenin tarımdan sorumlu isimleri, bu alanı sanayi dalı olarak kabul etmiyor; teşviklerden yararlanmalarını sağlamıyor ve köylüyle entegrasyonu kurmuyorsa, o tarımın zaten kurtulma şansı yok.

Tarım Türkiye’nin en önemli sektörüdür ve bu sektörün tohum gerçeği göz ardı edilerek yaşatılabilme şansı yoktur. Yurtdışından alınan tohumlarla, çiftçiyi muhatap bırakır, içteki üreticinin ar-ge yapmaması için her türlü zorluğu çıkarırsanız; artık orada iyi niyet aranmaz.

Türkiye’de acilen tohum meselesinin gündeme alınması ve yerli bir tohum stratejisi geliştirilmesi, çiftçinin de bu yerli firmalarla entegre bir biçimde piyasa hakimiyetini ele geçirmesi şart.

Yani hedef herhangi bir tohum değil, dünyanın en bereketli topraklarındaki geleneksel tohumu yaşatmak olmalı. Bunun için de köylüden üreticiye, tohumcudan ihracatçıya herkese kulak verilmeli. Bu mesele yaptım oldu cinsinden metotlarla aşılacak gibi değil.

Aşmaya kalkarsak da, işte böyle dışa bağımlı, kendi topraklarında hızla maraba haline dönüşen insanlar yaratır; onları da şehre göç ettirip TOKİ’den yer satmaya kalkarız. Çok geç olmadan iyi niyetle sektörün toparlanması gerekiyor. Çiftçisiyle tohumcusuyla… Yoksa, benim gördüğüm fotoğraf şu: Tarımın üzerine bir bardak soğuk su için.

Çetin Ünsalan

ulusalkanal.com.tr

Tüm yazılarını göster