Myanmar Irak veya Libya olur mu?

Emre Şenbabaoğlu Yazar ulusalkanaliletisim@gmail.com

Burma’da beş yıl İngiliz İmparatorluğu’nun polis teşkilatında görev yapmış olan İngiliz yazar George Orwell, “Burma Günleri” adlı romanında İngiliz sömürgeciliğini anlatır. Romandaki bir paragraf oldukça çarpıcıdır:

“Bu ülkede bulunmamızın, hırsızlıktan başka bir nedeni olduğunu söyleyebilir misiniz? Bu öylesine kolay ki. İngiltere'nin memuru, Burmalı'nın kollarını tutar, tüccar da adamın ceplerini boşaltır.

Britanya İmparatorluğu, İngilizlerin, daha doğrusu Yahudi ve İskoç çetelerinin ticaret tekelleri kurmalarını sağlayan bir aracıdan başka bir şey değildir”.

1988’deki darbeden sonra başa gelen askeri yönetim tarafından İngiliz sömürgeciliğinin izlerini silmek için 1989’da Myanmar olarak adı değiştirilen Burma, 1824’ten 1948 yılına kadar İngilizler tarafından yönetildi. 1937’ye kadar İngiltere’nin Hindistan sömürgesinin bir parçası olan Burma, 1937’den bağımsız olduğu 1948 yılına kadar ayrı bir İngiliz sömürgesi olarak varlığını sürdürdü. Bağımsızlık sonrasındaki süreçte, Burma İngiliz sömürgeciliğinin ve emperyalizminin ülkede bırakmış olduğu sorunlarla boğuşmaya devam etti.

ORDUNUN SİYASETTEKİ AĞIRLIĞI VE ETNİK ÇATIŞMALAR

Emperyalizmin bırakmış olduğu sorunlar kendini en çok siyasal yaşamda ve etnik azınlıklar ile devlet arasında çıkan çatışmalarda gösterdi. Myanmar’da 1948’den 1962’ye kadar büyük ölçüde demokrasi hakimdi ancak 1962’de gerçekleşen darbe ile ülke yönetimini ele geçiren ordu ülkeyi 2010 yılına kadar doğrudan ya da dolaylı olarak yönetmeye başladı. 2008’de düzenlenen referandumun sonucunda kabul edilen yeni anayasanın ardından 2010 yılında genel seçimler gerçekleştirildi ve 2011’de ülkedeki askeri yönetime son verildi.

Diğer taraftan, Myanmar 1948’den bu yana ülke içindeki etnik gruplarla bir çatışma içinde ve dünyanın en uzun iç savaşına ev sahipliği yapıyor. Bunlar içinde en çok bilineni 2012’de kurulan “Arakan Rohingya Kurtuluş Ordusu” (ARKO). Ülkenin kuzeyinde Çin sınırına yakın Kachin eyaleti içinde yer alan Kachin Bağımsızlık Örgütü 1960’tan bu yana devlete karşı mücadele ediyor. Ülkenin doğu sınırındaki Kayah eyaletinde 1957’den bu yana etkin olan “Karen Ordusu” ve Kayih eyaletinde 1949’dan bu yana etkin olan “Karen Ulusal Kurtuluş Ordusu” devlete karşı mücadele eden diğer silahlı örgütler. Shan eyaletinde etkin olan Shan Eyalet Ordusu ise 1960’lardan bu yana devletle çatışıyor.

Ülkedeki siyasi istikrarsızlık 2010 yılından sonra göreli olarak düzelmeye başladı. Aung San Suu Kyi’nin liderliğini yaptığı ve merkez solda yer alan Ulusal Demokrasi Birliği 2010 seçimlerini boykot etti ve orduya yakın “Birlik, Dayanışma ve Kalkınma Partisi” parlamentoda çoğunluğu elde etti ancak 2015 yılındaki genel seçimlerde Aung San Suu Kyi’nin partisi Ulusal Demokrasi Birliği oyların büyük çoğunluğunu alarak iktidar oldu. Suu Kyi göreve geldikten sonra Batı ile uyumlu politikalar izledi, ABD ve Hindistan ile ülkesi arasındaki ikili ilişkileri geliştirmeye çalıştı ama Myanmar ordusunun Rusya ve Çin ile kurduğu stratejik ortaklıkları da devam ettirdi.

2017’de Arakan krizi çıkana kadar Batı ülkeleri, Suu Kyi’yi bir azize ve demokrasi kahramanı olarak resmediyordu. Ekim 2016’da ARKO’nun Bangladeş-Myanmar sınırındaki noktalara saldırmasıyla birlikte Tatmadaw olarak bilinen Myanmar ordusu ARKO’ya karşı geniş çaplı bir operasyon başlattı. Tatmadaw’ın operasyonları Ağustos 2017’de ARKO’nun güvenlik noktalarına saldırısının ardından daha da genişledi. Geniş çaplı operasyonlar sırasında Myanmar ordusu çok sayıda savaş suçu ve insanlığa karşı suçlar işledi. BM kaynaklarına göre 700,000 binin üzerinde insan bu operasyonlar yüzünden Bangladeş’e kaçmak zorunda kaldı.

Suu Kyi, Myanmar ordusunun Arakan’daki operasyonları sonrasında Batı’nın gözünde değer kaybetmeye başladı. Suu Kyi artık bir demokrasi azizesi olarak görülmüyordu. Uzun yıllardır Batı tarafından yaptırımlara maruz kalan Myanmar, Arakan krizinin ardından Batı’nın daha sıkı yaptırımları ile karşılaştı. Suu Kyi, bu durumu telafi edebilmek için Çin ile yakınlaşmaya başladı. İki ülke, Ocak 2020’de Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında Çin’in güneybatısını bir ekonomik koridor üzerinden Hint Okyanusu’na bağlayacak olan demiryolu ve açık deniz limanı projelerini de içeren 33 adet ikili anlaşma imzaladı.

ABD ve ÇİN ARASINDAKİ JEOPOLİTİK ÇEKİŞME

Buraya kadar anlatılanlar Myanmar’ın daha çok iç dinamikleri hakkında genel bir fikir veriyor. Dış dinamiklere baktığımızda, Myanmar’ın ABD-Çin arasındaki küresel rekabette bir mücadele alanı haline geldiğini görüyoruz. Bir tarafta ülkeye dışarıdan demokrasi getirmeye çalışan, ülkedeki askeri yönetimin yetkilerini kısıtlamayı arzu eden ve Myanmar’a ekonomik yaptırımlar uygulayan Batı ülkeleri, diğer tarafta Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında Myanmar altyapısını iyileştirmeye yönelik politikalar izleyen ve Myanmar-Çin Ekonomik Koridoru’nu tasarlayan Çin var.

Myanmar’ın jeopolitik konumu hem ABD hem Çin için hayati önemde. ABD, Çin’in ekonomik yükselişini engellemek için Çin’in Uygur, Tibet ve İç Moğolistan özerk bölgeleri üzerinden yapay gerilimler yaratmaya çalışıyor, Tayvan’ı silahlandırıyor ve Hong Kong’taki Çin karşıtı muhalifleri destekliyor. Uluslararası ölçekte ise Çin’in çevresinde yer alan ülkeler Çin’i çevrelemek için kullanılıyor. 2007’de oluşturulan ve Avustralya, Hindistan, Japonya ve ABD’den oluşan Dörtlü Güvenlik Diyalogu Çin’in etkisini azaltmak için dört ülke arasındaki işbirliğini artırmayı amaçlıyor. Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ndeki ortakları olan Tayland ve Myanmar gibi ülkelerin istikrarsızlaştırılması da ABD’nin stratejisi arasında yer alıyor. Çin ise Batı’nın kendini çevreleme politikasına karşı mücadele edebilmek için Myanmar’ı anahtar bir ülke olarak görüyor. Bu bağlamda, Myanmar-Çin Ekonomik Koridoru Çin’in hem Myanmar üzerinden Hint Okyanusu’na ulaşmasına, hem enerji güvenliğini sağlamasına hem de ABD’nin çevreleme politikasını dengelemesine olanak sunuyor. Çin’in Myanmar’da etkinliğini arttırması Hindistan’a karşı denge kurmak açısından da önem arz ediyor.

1 ŞUBAT DARBESİ

1 Şubat 2021’de Myanmar’da gerçekleşen askeri darbe yukarıda açıklanan iç ve dış dinamikler çerçevesinde değerlendirildiğinde daha da açıklık kazanıyor. Ordunun yönetime el koyma gerekçesi 8 Kasım 2020’de yapılan genel seçimlere hile karıştırılmış olması. Bu seçimlerde Suu Kyi’nin partisi Ulusal Demokrasi Birliği parlamentodaki 476 sandalyenin 396’sını kazanarak 2015 seçimlerinden daha büyük bir zafer elde etmişti. Orduya yakın Birlik, Dayanışma ve Kalkınma Partisi ise büyük bir yenilgi almıştı ve sadece 33 sandalye elde edebildiği seçimlerin sonucunu tanımadığını ilan ederek sonuçlara itiraz etmişti.

Myanmar ordusu Şubat’taki darbeden sonra bu seçimlerin geçersiz olduğuna hükmetti. Seçimlere hile karıştırıldığı iddiası görünürdeki gerekçe olsa da, darbenin gerçekleşmesinin asıl nedeni ordu

tarafından hazırlanan ve 2008’deki referandumda kabul edilen yeni anayasanın Ulusal Demokrasi Birliği tarafından değiştirilmek istenmesi idi. Ulusal Demokrasi Birliği’nin 2019 yılında ortaya attığı ordunun siyasetteki varlığını devam ettiren anayasayı değiştirme önerisi orduda büyük bir endişeye yol açmıştı. Suu Kyi, orduyu parlamentodan uzaklaştıracak bu anayasal reform isteğini 2020 genel seçimleri öncesinde bir seçim vaadi olarak sunmuştu. Kasım 2020 seçimlerinde Suu Kyi’nin parlamentoda ezici bir çoğunluk elde etmesi ordudaki bu endişeleri daha da somut hale getirdi. Sonuç olarak, Myanmar ordusu seçimlerde hile yapıldığını öne sürerek darbe yaptı ve Ulusal Demokrasi Birliği’nin olası anayasa değişikliğinin önüne geçmiş oldu.

DARBE KARŞITI GÖSTERİLER VE ÖRTÜK ASKERİ MÜDAHALE FİKRİ

1 Şubat’ta gerçekleşen darbe sonrasında ülkede kitlesel darbe karşıtı gösteriler başladı. Etnik ve siyasi olarak bölünmüş durumda olan Myanmar halkı darbeden sonra daha da bölündü. 2015 ve 2018 yıllarında Myanmar hükümeti ve ordusu ile “Ülke Çapında Ateşkes Anlaşması (Nationwide Ceasefire Agreement/NCA)” imzalayan on etnik silahlı grup, ordu ile barış müzakerelerini durdurduklarını ve darbe karşıtı sivil itaatsizlik eylemlerini desteklediklerini ilan etti. Darbe karşıtı göstericiler açtıkları “Çin Hükümeti Defol” gibi pankartlarla Çin’i hedef alıyor ve ABD ve BM’den ülkelerine demokrasi getirmesini talep ediyor. Ellerinde Aung San Suu Kyi ve ABD Başkanı Joe Biden’ın fotoğraflarını taşıyan göstericiler de var. Göstericilerin çoğunun siyasal duruşunun Batı çıkarları ile uyumlu olduğu görülüyor. ABD’nin demokrasi götürdüğünü iddia ettiği ülkelerin içler acısı hali ortadayken Myanmar halkının çare olarak ABD’yi görmesi ise büyük bir iç çelişki. Darbe karşıtı gösteriler sonucunda şimdiye kadar 400’ün üzerinde insanın öldüğü ve binlerce göstericinin gözaltına alındığı söyleniyor. Bu endişe verici durumdan istifade etmek isteyen Batı ise 2011 Libya müdahalesi öncesinde ortaya atılan “koruma sorumluluğu doktrini”nin şimdi Myanmar bağlamında uygulanıp uygulanamayacağını tartışıyor.

Eski Avustralya Dışişleri Bakanı Gareth Evans kendi sitesinde yazdığı bir makalede Myanmar’daki durumun Libya ve Suriye’dekine benzer bir şekilde “koruma sorumluluğu” kapsamına girdiğini iddia ediyor. Evans, Rusya ve Çin veto etmemeye ikna edilse bile uluslararası müdahalenin güvenilir bir seçenek olmadığını kabul ediyor ama koruma sorumluluğu doktrini çerçevesinde askeri müdahale içermeyen yollara başvurulması gerektiğini söylüyor. Bunlar arasında BM destekli yaptırımlar, ambargolar ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kovuşturma tehdidi yer alıyor.

Evans bunların hiçbirinin belirleyeceği olmayacağını belirttikten sonra dış dinamiklerden ziyade iç dinamiklerin Myanmar’daki sorunu çözmede önemli bir rol oynayacağını söylüyor. Evans yazısında umudunun Myanmar ordusunun dağılması olduğunu ya da ordunun ülkenin bu şekilde yönetilemez olduğunu ve yönetilemeyeceğini kabul etmesi gerektiğini yazıyor. Evans, her ne kadar askeri müdahaleden yana olduğunu söylemese de önerdiği çözüm yollarının ülkedeki sorunu daha da derinleştirebileceğini, daha kanlı bir iç savaş ortaya çıkarabileceğini ve sonunda da uluslararası bir askeri müdahaleye kapı aralayabileceğini görmezden geliyor. “Koruma sorumluluğu doktrini” bize Kaddafi’nin vahşice öldürülmesini ve Libya’nın parçalanması sürecini hatırlatıyor.

Eski Singapur Dışişleri Bakanı George Yeo ise Myanmar ordusunun dağılmasını umut eden Evans’a göre daha mantıklı düşünüyor. Nefret duyulan Myanmar ordusunun sorunun bir parçası olduğunu kabul eden Yeo, bununla birlikte darbe sonrasındaki dönemde ordunun çözümün bir parçası olması gerektiğini savunuyor. Yeo, Myanmar ordusunu dağıtmanın ülkeyi Irak ve Libya müdahalelerinde olduğu gibi istikrarsızlaştıracağını ve bunun IŞİD gibi örgütler tarafından doldurulabilecek güvenlik boşlukları yaratacağını belirtiyor. Yeo, bundan 5 yıl ya da 10 yıl sonra Myanmar’ın Libya ve Irak gibi olmasının makul bir olasılık olduğunu da ekliyor.

Bir yanda sorunu daha da çıkılmaz bir hale getirmek isteyen emperyalist bakış açısı, diğer yanda Myanmar’daki sorunun daha makul bir şekilde çözülmesi gerektiğini düşünen ve bölgede yaşayan insanların yaşamını öne alan dış müdahalelerin karşısında yer alan bir duruş var. Myanmar’daki durum elbette endişe verici ve kabul edilemez ancak bir ülkedeki kargaşa, ayaklanma veya iç savaş sırasında sivillerin yaşamını kaybetmesini öne sürerek emperyalist müdahaleleri meşrulaştırmaya çalışmanın Batı emperyalizmin yıllardır uyguladığı bir strateji olduğunu unutmamak gerekiyor. Batı’nın asıl derdi Myanmar’da barış ve huzurun hakim olmasından ziyade Myanmar’ı Çin’e karşı bir çevreleme unsuru olarak kullanmak. Maalesef Batı dünyası, Yugoslavya, Afganistan, Irak, Libya ve Suriye müdahalelerinden ders almadı. Bu müdahaleler bu ülkelere ölüm ve yıkım götürdü ve hiçbir

sorunu çözmedi. Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’nin hala iki yakası bir araya gelmedi ve bu ülkelerin halkları yıllardır acı çekiyor. Askeri-endüstriyel kompleks dışında müdahalelerden karlı çıkan olmuyor.

Myanmar’a yapılacak olası bir müdahale ülkedeki sorunları daha da ağırlaştıracak. Her ne kadar Myanmar’a karşı askeri müdahale olasılığı düşük olsa da bu olasılığı tartışmak bile rahatsız edici. Myanmar’daki çözümün anahtarı ise yine Asya ülkelerinde. Çin, Rusya, Türkiye ve Bangladeş Myanmar’daki sorunları çözebilecek güce ve birikime sahip. Çin Myanmar’ın ekonomik kalkınmasını destekliyor ve Arakan sorunu konusunda arabuluculuk yapıyor. İddia edildiği gibi Myanmar’daki darbenin arkasında Çin yok çünkü ülkedeki istikrarsızlıktan en çok zarar görecek olan yine Çin olacak.

Türkiye’nin Myanmar ile ilişkisi Arakan Müslümanları bağlamında önem kazanıyor. Türkiye, Arakan Müslümanlarına maddi ve manevi olarak destek veriyor ve onları koşulsuz bir şekilde destekliyor. Türkiye ve Bangladeş arasında bu konuda bir iletişim var.

Myanmar ordusunun kendisine meşruiyet kazandırmak için Bangladeş ile Arakan sorununu çözmek için görüşmeler yaptığı, Myanmar’ın Arakanlıları ülkeye geri alacağı, Bangladeş’in Arakan bölgesinin kalkınmasında yakın gelecekte rol oynayabileceği iddia ediliyor.

Asya ülkelerinin yapıcı davranarak Myanmar’daki sorunu çözmesi bölge ülkelerini de rahatlatacak ve Asya bütünleşmesini hızlandıracak. Batı’nın ise artık hegemonyasının sona erdiğini kabullenmesi ve yıkıcı siyasi hamlelerden kaçınması gerekiyor. Müdahalecilik fikri ve sonu gelmeyen savaşlar gerileyen Batı hegemonyasını daha da dibe çekiyor ve Batı halkına zarar veriyor. Neoliberal ekonomik politikalar, yıkıcı ekonomik yaptırımlar ve askeri müdahale özlemlerini örtülü bir şekilde öne sürmek Myanmar’a ve halkına fayda getirmeyecek. Umarız Myanmar ne Irak ne de Libya olur ve yıllardır göremediği barışa ve huzura en kısa zamanda kavuşur.

Kaynaklar:

1) https://www.ncaseao.org/

2) https://thediplomat.com/2021/03/should-r2p-be-invoked-in-the-case-of-myanmar/

3) http://www.gevans.org/opeds/oped225.html

4) https://www.straitstimes.com/singapore/politics/no-solution-to-myanmar-crisis-without-military-

george-yeo

5)

Tüm yazılarını göster