Asgari ücrete ortak olun

Çetin Ünsalan Yazar ulusalkanaliletisim@gmail.com

Türkiye’nin en tartışmalı konularından birini asgari ücret oluşturuyor. Her yıl olduğu gibi bu sene de ücret belirlendi ve bu yine ülkedeki açlık seviyesinin altında bir rakam ortaya çıktı: Bin 603 TL…

Bir insanın ailesini bu parayla geçindirmesi mümkün değil. 10 milyon çalışan üzerinden baktığınızda da 40 milyon nüfusu ilgilendiriyor. Üstelik buradaki artış, asgari ücretin üzerinde çalışanların da geçim düzeyini etkiliyor.

Peki bunu daha da yukarılara çıkarmak mümkün mü? Ülkenin bugünkü ekonomik fotoğrafı içerisinde, aynı sistemle devam edildiği sürece yükseltmek olanaksız.

Çünkü bu sistem içerisinde yükselteceğiniz her oran, bağlantılı olarak işverenlerin biraz daha köşeye sıkışmasına neden olacaktır. Şu çok açık ki yapılan artışlar, ücreti alanı tatmin etmezken, vereni biraz daha gizli iflasın içerisine sürüklüyor.

O zaman burada da bir takım ezberleri bozmak, meseleyi masaya yatırmak lazım. Asgari ücret görüşmelerini işveren adına yürüten TİSK Genel Sekreteri Akansel Koç, 100 TL’lik desteğin bu yıl da devam edeceğini ve bundan memnuniyet duyduklarını açıkladı.

İşverenin talebiydi, karşılığını buldu ve elbette ‘hiç yoktan iyidir’ noktasında teşekkür edilebilir. Fakat bu, sorunu çözmüyor. Bir asgari ücretin neredeyse yarısı kadar vergi ve prim ödemesi varsa, halkın alım gücünü yükseltmek adına destek değil, ortak olmanız gerekir.

Ekonomi yönetimi vergi toplarken nasıl ortaklık tavrı içinde ise, aynı tavrı giderler konusunda da göstermelidir. Bin 600 TL’lik bir asgari ücretin yarısı kadar vergi ve prim almayın. Yani asgari ücretten bu talebi tamamen kaldırın.

Kaldırırken de bir takım şartlar getirin. Kaba bir hesapla 800 TL’den vazgeçin. İşveren bunun 400 TL’sini çalışan ücretlerine yansıtsın. Hiç olmazsa ilk adımda insanları açlık sınırının üzerine bir çıkaralım. Geri kalan 400 TL’yi de işverenin işini geliştirmek kaydıyla cebine koyalım, yani yine almayalım.

İşverenler bu farkı nereye yatırdığının hesabını versin. Bir yıl sonunda sağlamasını yapalım. Fakat kurumların batmaması için de 800 TL’lik farkı devletten sübvanse edelim. Asgari ücretten fazla maaş verenleri de göz ardı etmeyelim ve yatırım, pazarlama ya da üretim odaklı proje getiren tüm işverenlere asgari ücret hesabı kadar bu desteği verelim.

Elbette burada kaynak sorunu hemen gündeme getirilecektir. Birincisi bunların birçoğunu zaten kâğıt üzerinde alıyoruz. Yani tahsili mümkün olmuyor. Akabinde yapılan yapılandırma ve aflarla ortaya çıkan zaman kaybı ile gelen erime de cabası. Zamanında ödeyene oluşan haksız rekabet ise gündeme bile gelmiyor.

Saçma teşvikler vereceğimize asgari ücrete tam, proje getirene de aynı oranda parayı bu kaynaktan sağlayalım. Bilhassa SGK ödemelerinin bu yöntemle çok daha rahatladığını ve arttığını göreceğiz. Çünkü ödemeyi devlet yapacak ve teşvik için ayrılan fondan gerçekleştirilecek. Yani kulağının üzerine yatmak yok.

Taş üstüne taş koyan için de bu desteği sürdürelim. Bu aşamada planlı ekonomiye geçip, öncelikli sektörleri duyuralım ve desteklerin bu çerçevede yönlendirileceğini açıklayalım.

Vergi kaybına gelince… Hiç bir Maliye Bakanı bana buradan vergi kaybı olacağını anlatmasın. Bir ülkenin vergi gelirleri içerisinde dolaylı vergilerin oranı yüzde 80’lerde ise çok büyük sapmalar çıkmaz. Aslında hem maaşından, hem tüketiminden iki kere vergilendirdiğimiz bir asgari ücretli gerçeği var.

Ben sadece bunun birinden, denetimli bir planlama içinde, kalkınma odaklı hedefle ‘vazgeçin’ diyorum. Çok büyük bir kayıp değil. Bunu en azından tartışalım. Yani refahın artmasına destek değil, ortak olalım.

Yoksa 100 TL destek verilmiş. Hiç yoktan iyidir; ama hiç kimsenin sorununu çözmez.

Çetin Ünsalan

Tüm yazılarını göster