Eski Gaziantep Üniversitesi Rektörü Ali Gür anlattı: "Arınç FETÖ'ye karşı mücadeleyi zayıflattı"

Aydınlık Gazetesi'nin eski Gaziantep Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ali Gür ile FETÖ araştırmaları ve kitabı üzerine yaptığı söyleşinin 3. bölümü yayımlandı. Prof. Dr. Ali Gür, üçüncü bölümde Gülen'in siyasetteki yeri ve hakkındaki raporları anlattı.

Eski Gaziantep Üniversitesi Rektörü Ali Gür anlattı: "Arınç FETÖ'ye karşı mücadeleyi zayıflattı"

Aydınlık Gazetesi'nin, eski Gaziantep Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ali Gür ile FETÖ araştırmaları ve kitabı üzerine gerçekleştirdiği ve büyük ses getiren söyleşinin üçüncü bölümü yayımlandı.

Aydınlık Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa İlker Yücel sordu, Prof. Dr. Ali Gür yanıtladı... Söyleşinin bu bölümünde FETÖ elebaşı Gülen'in siyasetteki yeri ve hakkındaki raporlar konuşuldu. Gür, bu tür yapılarla mücadelede 'bizden' ayrımının zaaf yarattığına da dikkat çekti.

"ERBAKAN'LA DOKU UYUŞMAZLIĞI VAR"

Söyleşimizde ve kitabınızda FETÖ elebaşının, Necmettin Erbakan’la yaşadığı sorunları özellikle vurguluyorsunuz. Problemin özünde ne vardı?

Meselenin özünde doku uyuşmazlığı yatmaktadır. Gülen, 1970’li yılların başlarında bağımsız bir yapılanma olma yolunda ilerlerken o tarihlerde İslami tandanslı parti olarak, Necmettin Erbakan’ın liderliğindeki Milli Selamet Partisi (MSP) bulunmaktaydı. Bu süreçte Türkiye’de özellikle Gülen’in de içerisinde olduğu varsayılan Nurcular başta olmak üzere İslami hareketlerin büyük bir kısmı Adalet Partisi’ni desteklemekteydiler.
Gülen, bir taraftan 12 Mart Darbesinden sonra içinde bulunduğu Yeni Asya Hareketinden ayrılarak ayrı bir yapı kurmayı amaçlayıp bunun için de bahaneler ararken diğer taraftan da Necmettin Erbakan’ın arkadaşlarıyla birlikte kurduğu MSP’ye yanaşarak buradaki hareketli ve eylemci gençlerin enerjilerini kendisine kanalize etmeyi hedeflemiştir. Ancak Gülen, umduğunu bulamayınca Necmettin Erbakan ve teşkilatlanmasına karşı hep mesafeli olmuş, ileri dönemlerde elindeki imkanlarla 28 Şubat Postmodern Darbenin oluşumu ve Refah-Yol Hükümetinin yıkılması için tüm gücünü kullanmış ve Necmettin Erbakan’ın ölümüne kadar bu soğuk rüzgarlar esmeye devam etmiştir. Gülen’in uzun yıllardır Necmettin Erbakan ve Milli Görüş yapılanmasına karşı oluşunun önemli sebeplerinden biri de aynı toplumsal tabana hitap etme potansiyelleridir.

ILIMLI İSLAM GÖRÜNÜMLÜ YAPI

1990’lar bir taraftan mevcut hükümetlerin desteği ile başta Orta Asya Türki Cumhuriyetleri olmak üzere FETÖ’nün yurtdışına açılıp ulusal ve uluslararası arenada meşrulaştığı ve popülerleştiği diğer taraftan da siyasi arenada RP ve Necmettin Erbakan’ın umut ve yükseliş yıllarıdır. Bir tarafta siyasal İslam’ın temsilcisi rolünde gittikçe yükselen ve toplum nezdinde kabul gören bir siyasi parti, diğer tarafta da özde siyasetin merkezinde yer aldığı halde sözde siyasetten uzak olduğu, ulusal düzeyde açtığı okul ve dershanelerle gençliği kötülüklerden koruduğu, Türkiye adına gönüllü elçilik yaptıkları, yurtdışında açtığı okullarda Türkçe öğrettiği ve bayrağı dalgalandırdığı algısıyla gittikçe popülerleşen ılımlı İslam görünümlü örgütlü bir hareket aynı toplumsal tabana yönelmişlerdi. 16 Nisan 1997’de Yalçın Doğan’ın Kanal D’deki programına katılan Gülen, Refah-Yol Hükümeti Başbakanı Necmettin Erbakan’a aleni savaş açmıştır. Diğer taraftan Necmettin Erbakan’ın ve Milli Görüş’ün temsilcisi oldukları iddiasında bulunan Saadet Partisi ve lideri Temel Karamollaoğlu’nun iktidar karşıtlığı saiki ile Necmettin Erbakan’a böylesine düşmanlık besleyen ve 28 Şubat’ın mimarlarından olan FETÖ ile yakın ilişki içine girmesi de Stockholm Sendromundan başka bir şey değildir.

70'LERDE YENİ KOL

Fetullah Gülen, Saidi Nursi’nin fikirlerini benimsediğini söylüyor. Siz buna rağmen eserinizde bu bağlantının olmadığını ifade ediyorsunuz. Gülen’in ideolojik-dini bilgi bakımından beslenme kaynağı neydi o zaman?

Bağlantı olmadığından ziyade gerçek ve samimi bir ilişkinin olmadığını ifade ediyorum. Amaçları doğrultusunda Said Nursi ve eserlerini kullandığını savunuyorum. Gülen, başlangıçta kendisini Said-i Nursi’nin takipçisi, yapılanmasını da Nurcular içerisinde bir grup olarak lanse etmiştir. 1960’lı yıllardan itibaren Nurcuların farklı kollarından biri olan Okuyucu grupta yer alan Gülen, 1970’li yıllardan itibaren kendi yapılanmasını oluşturmaya başlamıştır. Bu dönemde toplumsal meşruiyet ve Nurcu grupların sempatisini kazanmak için Said Nursi’yi ve eserleri Risale-i Nur Külliyatını (RNK) referans göstermiş ve 1990’lı yılların sonuna kadar bunu sürdürmüştür. Gülen, 17 yaşındayken, Mehmet Kırkıncı’nın daveti üzerine Said Nursi’nin talebelerinin Erzurum’a geldiği sırada onlarla tanışmış, Risale-i Nur sohbetlerine gitmeye başlamış ve böylece Gülen’in tartışmalı "Nurculuk” macerası başlamıştır.
Gülen, ziyaret imkânı olmasına rağmen Said Nursi’yi ziyarete gitmemiştir. Sırf Kürt olduğu için Said Nursi’nin ziyaretine gitmezken İran’ın Devrim lideri Ayetullah Humeyni’nin 1964 yılında Bursa’da zorunlu ikamette iken ziyaretine gitmesi dikkat çekicidir. Ayrıca devletin derin yapıları tarafından Said Nursi’nin sakıncalı olarak etiketlenmesi ve sürekli takip altında tutulması da ziyaret etmemesinin bir başka sebebidir.

Eski Gaziantep Üniversitesi Rektörü Ali Gür anlattı: "Arınç FETÖ'ye karşı mücadeleyi zayıflattı" - Resim : 1

İLK DEVLET RAPORLARI

FETÖ hakkında ilk hangi devlet raporu hazırlandı? Devlet raporlarının akıbeti ne oldu?

İlk rapor 12 Mart Muhtırasından sonra 1972 yılında Sıkı Yönetim Komutanlığı tarafından hazırlanan “Teokratik Devleti Savunan Örgütler, Yapılanmalar Raporu” dur. İkinci önemli rapor, Turgut Özal’ın talimatıyla 1991’de hazırlanan MİT raporudur. Ancak bu raporlara rağmen yeterli tedbirler alınmamıştır. Sözde soruşturmalar yapılmasına ve Gülen’in arananlar listesine alınmasına rağmen şehir şehir dolaşıp vaazlar vermeye devam etmiştir. Kazara derdest edildiğinde de hemen TSK’nın üst komuta kademesi devreye girerek serbest bırakılmıştır. Gülen ve örgütlenmesi hakkında 2 defa ciddi dava açılmış, yargılama yapılmış ancak cezalar Ecevit döneminde çıkarılan iki af kanunuyla düşürülmüştür.

RAPORLAR KİLİTLİ KALDI

Hem 1972’deki hem de 1991’deki raporda Gülen ve örgütünün yapılanması detaylı olarak anlatılmışken bu bilgilerin kamuoyundan saklı tutulması manidardır. 2014 yılından sonra ancak basın yoluyla kamuoyuna yansıtılmıştır. Belki de bu raporlar zamanında kamuoyunun bilgisine sunulmuş olsaydı toplumu kandırmak bu kadar kolay olmazdı. Bülent Arınç’a suikast iddiası ile kozmik odaya girilmesinin sebeplerinden biri de bu raporların imha edilmesi olabilir. Ancak bunun farkında olan bazı vatanperver görevliler bu evrakların yok edilmesine izin vermeden korumaya alarak bir süre sonra da basın yoluyla kamuoyunun bilgisine servis etmişlerdir.

MOSSAD İLİŞKİLERİ VAR

1991’de Turgut Özal’ın Gülen hakkında hazırlattığı raporda neler var? Özal o dönem neden böyle bir rapor hazırlattı?

Uzun bir süre Gülen ile iyi ilişkiler içinde olan ve her türlü desteği veren Cumhurbaşkanı Özal, Gülen’in asıl hedefini vefatından kısa süre önce fark ettiği anlaşılmaktadır. Gülen’in faaliyetlerinden rahatsız olan Özal’ın, 1991 yılında talimat vererek FETÖ hakkında hazırlattığı çarpıcı raporda; Gülen ve örgütünün yapılanma biçimi, yöneticileri, alt birim sorumluları, örgütün Masonlarla ve MOSSAD ile ilişkisi detaylı anlatılmış, Mason Gülen’in dışında 20 üst düzey yöneticinin daha isimleri listelenmiş ve bunlardan 14’ünün de mason olduğu yazılmıştır. Bu raporda ayrıca Aydın Bolak, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, İhsan Kalkavan, Sabri Ülker, İshak Alaton, Sakıp Sabancı gibi iş adamlarının Gülen yapılanmasına maddi destek sağladıkları yer almıştır.
Rapordan Gülen haberdar olunca Özal’ı bir yazı yazarak ölümle tehdit etmiştir. Bu açık tehdit üzerine Vehbi Koç, Korkut Özal, Aydın Bolak gibi isimlerden oluşan bir heyet İzmir’e gidip Gülen’i ziyaret ederek yazı hakkında konuşmuşlar ancak yalan ve takiye konusunda oldukça maharetli olan Gülen, “Özal’ı kastetmedim” sözleriyle gerçek niyetini gizlemiştir.  Özal’ın Türkistan gezisi sonrası 17 Nisan 1993 yılında beklenmedik vefatının üzerinden 30 yıl geçmesine rağmen ölümü hala aydınlatılamamıştır.

‘FETÖ'CÜLER MAĞDUR’ ALGISI YARATTI

Cumhurbaşkanı Erdoğan bu mücadelede çok dar bir ekiple çalışmak zorunda kaldı. Yakın çevresi sürekli ‘anlaşma ihtimali var’ fikrini yaydı. Örneğin Bülent Arınç bu mücadelenin neresinde?

Haklısınız. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, FETÖ’nün bizzat kendisini hedef aldığını anlayınca geri çekilmeden açık mücadeleye başladığı dönemlerde kendisinin de ifadesi ile çoğunlukla yalnız kalmıştır. Bir taraftan bunları tanıyamamışım bana ahmak diyebilirsiniz derken diğer taraftan FETÖ elemanlarının mağduriyetlerinden ve onlar için cübbesini giymekten bahseden, 2015 yılında FETÖ finansörü firari Akın İpek’in annesinin elini öpen Bülent Arınç gibi figürler önemli bir sorundur. Zira FETÖ ile mücadeleye katkı sağlamadığı gibi mücadele edenleri hedefe koyarak hem mücadeleyi zayıflatmış hem de FETÖ'cülerin mağduriyet algısına hizmet etmiştir.

HEP KORUDU

FETÖ’nün birçok hukuksuzluğuna/kumpasına şahit olmasına, hatta kendisine suikast planı kumpasıyla kozmik odaya girilerek devletin mahrem sırlarının uluslararası istihbarat ve terör örgütlerine sızdırılmasına, 17/25 Aralık operasyonları yapılmasına, örgüt eliyle zulme uğrayanların feryatları yurdun her köşesinde yükselmesine ve tüm bunların müsebbibi de FETÖ olmasına rağmen Arınç, bunlarla mücadele etmek bir tarafa sürekli koruma yolunu seçmiş, hatta mücadele edenleri itibarsızlaştırmak için özel çaba sarfetmiştir.

"FETÖ YARGIÇLARI TEMİZLİK YAPACAKTI"

FETÖ’nün devletin en mahremine yani kozmik odaya girmesinin sebebi olarak tarihsel süreç içinde Seferberlik Tetkik Kurulu, Özel Harp Dairesi ve Özel Kuvvetler Komutanlığının işgal anında vatan savunmasında uygulanacak ve sürekli tehditlere göre yenilenen çok kritik stratejik planların ele geçirilmesi yanı sıra diğer bir önemli sebebin de 1960’lı yıllardan itibaren görünür hale gelen FG’nin ilişkilerinin arşivlendiği ihanet belgelerinin FETÖ yargıçları eliyle yok edilerek temizlik yapılması olabileceği akıldan uzak tutulmamalıdır. Zira MİT’i ele geçirme çabalarının altında da birçok sebebin yanı sıra Gülen hakkında hazırlanan istihbarat raporları başta olmak üzere kritik belgelerin yok edilmesi planı ihtimal dışı değildir. 2014 yılından itibaren ortaya çıkan ihanet belgeleri bu tarihe kadar birileri tarafından özel bir gayretle kamuoyunda Gülen’ in hayatının tertemiz ve zühd içinde geçtiği yönlü bir algı oluşturulduğunu ortaya koymaktadır.

DAMADINI SAVUNDU

Ayrıca Arınç, akademisyen doktor olan damadı Ekrem Yeter’in talimatla Bank Asya’ya para yatırmasına, FETÖ’nün 5 tepe yöneticisiyle 766 kez telefon irtibatının bulunmasına, FETÖ iltisaklı dernekte yöneticilik yapmasına, doğrulanmış çok sayıda tanık ifadesinde ev toplantılarına katıldığı tespit edilmesine rağmen tüm bunları normal karşılamış, savunmuş hatta beraat kararı verilmesi için yargılama sürecinde yoğun bir mücadele vermiştir.

SİYASET ARENASINDA YETERSİZ

Kamuoyu tarafından 15 Temmuz sonrası bile bu tarz konuşmaların üst düzey siyasetçiler tarafından yapılıyor olması hayretle karşılandığı gibi siyaset arenasında FETÖ ilişkili temizliğin yeterince yapılmaması da toplumdaki mücadele azmini düşürmekte ve toplum nezdinde FETÖ ile mücadeleyi sorgulanır duruma getirmektedir.

"BU TÜR YAPILARA ALAN BIRAKILMAMALI"

“FETÖ'vari yapılar doğası gereği pragmatist, kapalı, ezoterik, takiyeci ve devletin kılcallarına sinsice sızan yapılardır” diyorsunuz. Devlet böyle yapılara karşı hangi önlemleri almalı?

Sadece kendi yapısının hedeflerine ulaşmak için aynı şekilde devlete yerleşmeye çalışan dini/seküler yapılara karşı yeterince teyakkuzda mıyız? Açıkçası yeterince teyakkuzda olmadığımızı düşünüyorum. FETÖ davalarında milat kabul edilen 17/25 Aralık öncesinde ticari menfaat, makam, mevki ve devlet kurumlarına yerleşmek için FETÖ ile beraber olanların bu zaafları ortaya çıkma endişesiyle FETÖ ile mücadeleyi ağırdan almaları veya geçmişte beraber olduklarını korumaya çalışmaları, bu yapıyla mücadelede önemli handikaplardan biridir. Diğer taraftan sunulan imkanlar, denetimsizlik ve siyasetin kendine yakın olanı koruma güdüsü bu tür yapılar için alan açmaktadır. 

"MÜCADELEYE YENİDEN HAREKET KAZANDIRILMALI"

Bu tür yapılarla mücadelede en önemli güç, toplumun desteğini almak ve devam ettirmektir. Ancak son zamanlarda özellikle FETÖ ile yapılan mücadeledeki aksaklıklar, infial oluşturan yargı kararları, özellikle siyasetin kendi bünyesindeki FETÖ iltisaklılara koruma kalkanı oluşturması, statüsü ve parası olanın kurtulduğu, garibanın içerde olduğu ve asıl elemanların firar ettiği algısı, Şamil Tayyar ve Bülent Arınç gibilerin hala ortada dolaşıp konuşabilmeleri toplumda tereddütler oluşturmaktadır.  Öncelikle bu tereddütlerin izale edilmesi, toplumun aydınlatılması ve mücadeleye yeni bir dinamizm kazandırılması gerekmektedir.  Bu yapılmadığı takdirde bir taraftan FETÖ yeniden hareketlenirken benzer yapılar da cesaretlenecektir.
FETÖ'vari seküler veya dini oluşumların palazlanmaması için devlet erkinin kararlı olması ve toplumsal mutabakatın temellerinin oluşturulması önemlidir. Ancak bu mutabakatı sağlamak kolay değildir. Zira ülkemizin sosyolojik tabanı kırılgan fay hatları ile döşenmiştir. Seküler çevreler dindarları, dindarlar da seküler yaşantıyı tercih edenleri öteki ve tehlikeli olarak algılamaktan vazgeçmelidir. Devlet erki fırsat eşitliği bağlamında hukuk/adalet/liyakate göre davranırken bireyler de hak/liyakat ölçüsünde talepkar olmalıdır.

"İÇERİ SIZANLAR ‘BİZDENDİR’ DİYE KORUNUYOR"

İslamcı yapılar FETÖ karşısında nasıl bir sınav verdi? Emniyet FETÖ’nün diğer dini gruplara girerek ‘renklendirme’ yaptığını tespit etti. FETÖ hangi dini yapı ve cemaatlere sızdı? Nasıl ayıklanacak?

FETÖ’nün en önemli özelliği sızması ve her renge bürünebilmesidir. “Takiyye” ve “hedefe ulaşmak için her şey mubahtır” gereğince 15 Temmuz öncesi/sonrası seküler/dini yapılar fark etmeksizin birçok cemaat/cemiyet/dernek/STK/sendikaya sızıp oralarda sessizce beklemektedirler. Kutsallar ve semboller farklı amaçlarla maske olarak kullanılmaktadır. Kişinin kendisini nasıl tanımladığı değil ne yaptığı/nasıl yaşadığı önemlidir. FETÖ mücadelesinde problemlerden biri de içlerine sızmış olan FETÖ’cülerin bilerek/bilmeyerek bizdendir mantığı ile korunmasıdır.

5 YIL KENDİNİ GİZLEYEN KRİPTO

Kriptolar konusunda çok sayıda örnek verilebilir ancak burada sadece iki tanesinden bahsedeceğiz. Çıkarıldığı mahkemede “Rütbemi FETÖ taktı” diyen Serdar Atasoy’un 2020 Yüksek Askeri Şura’da generalliğe terfi ettirilmesi yetmezmiş gibi Kara Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanı olarak atanması tüyler ürperticidir.
Böylesine önemli bir göreve kendi anlatımıyla FETÖ’cü olan, rütbesi FETÖ lideri tarafından takılan, savcılıkta itirafçı olan, adli kontrol şartıyla serbest bırakılan, mahkemede ifadelerini inkar eden ve tutuklanan birinin 15 Temmuz sonrası bile 5 yıl kendini gizleyip en kritik göreve getirilmesi FETÖ ile mücadelenin geldiği noktayı, FETÖ elemanlarının nasıl sinsice gizlenebildiklerini, terfi ile birlikte böylesine kritik göreve önerenlerden hesabının sorulması gerektiğini, kritik görevlere terfi ve atamalarda azami dikkatin şart olduğunu ve bu tür olaylar çoğaldıkça kamuoyunda tereddütler oluştuğunu unutmamak gerekmektedir.

KARLOV SUİKASTI

19 Aralık 2016'da FETÖ’cü polis Mevlüt Mert Altıntaş’ın Rus Büyükelçisini öldürmesi neredeyse yeniden Türkiye-Rusya krizine yol açacaktı. Bu tür olaylar FETÖ’nün hala operasyon kabiliyeti olduğunu bağlılarına bildirmesi açısından önemli olduğu kadar her an bu tür vahim olayların yapılabileceği yönünde de bizleri dikkate sevk etmektedir.

GAZ SIZINTISI...

Renklendirme politikasıyla hem girdikleri yerlerde kamufle olmaktalar hem de onları da hedefleri doğrultusunda yönlendirerek kendilerine hizmet ettirmektedirler. FETÖ bir gaz sızıntısı gibidir. Nasıl ki gaz sızıntısı başlangıçta fark edilmez, bir süre geçince reflekslerde yavaşlama, tatlı bir uyku hali, kaslarda gevşeme ve sonunda ölüm gerçekleşirse FETÖ’de renksiz olduğu için insanların ruhlarına sızarken nasıl sızdıkları fark edilmez.

Kaynak: Aydınlık Gazetesi

# fetö # Ali Gür # aydınlık gazetesi # bülent arınç