Gezi ile oy isteyen HDP/BDP Haziran 2013’te ne yapmıştı?

Gezi ile oy isteyen HDP/BDP Haziran 2013’te ne yapmıştı?

7 Haziranseçimleri için “AKP’ye karşı HDP” sloganıyla kapsamlı bir kampanya yürütülüyor. Kampanyanın amacı da “HDP’ye %10’luk seçim barajını geçirerek AKP’yi geriletme” olarak tanımlanıyor. Benzer kampanyalara önceki seçimlerde muhalefeti eleştirenlere dayatılan “tatava yapma bas geç”, “tıpış tıpış oy ver” ve AKP’yi bugünlere getiren “Yetmez ama evet” temalı yaygalardan aşinayız. Yıllardır bedellerini ödediğimiz bu kampanyaların 2015 sürümü “Yetmez ama HDP” sloganıyla vücut buldu.

Kampanyanın en önemli sac ayağını da “Gezi'yi ve Haziran Direnişi'ni temsil eden parti HDP” algısı. Peki Haziran’da ne oldu? Bugün Gezi Direnişi’nin seçimlerdeki temsilcisi olarak gösterilen HDP Haziran’ın neresindeydi?

İşte Haziran 2013'te Gezi Parkı, Taksim, Beşiktaş hattında günde 16 saat alandan yayın yapan Ulusal Kanal Muhabiri Özer Sürmeli’nin canlı tanıklıklarıyla BDP'nin Gezi'deki tutumu ve direnişe etkileri:

Direniş Kırıcılığı

Giriş

Haziran 2013'te doruğa çıkan halk hareketi çeşitli açılardan irdelenmesi gereken olağanüstü bir sürece tanıklık ettik. Direnişin en dikkat çekici yönü, aynı konulara bile farklı eylemlerle tepki verenleri ortak bir alanda birleştirmesi oldu. Sloganlar çeşitlilik gösterse de eylem ortaktı ancak eylemin tek bir önderliği yoktu. Eyleme önderlik eden halk oldu aslında. Halkın izin verdiği ölçüde radikal, halkın izin verdiği ölçüde çeşitlilik vardı alanda. Konu çokça tartışıldı, bu tartışmalardan ne kadar sağlıklı bir sonuca varılabildiği ise ayrı bir tartışmanın konusu.

Alandaki çeşitlilik ayrıştırıcı değil birleştirici bir unsura dönüştü adeta. Ta ki PKK Lideri Abdullah Öcalan sahneye çıkana kadar. Bu yazıda Haziran Direnişi sürecinde yaşananlara biraz farklı bir açından bakmaya çalışacağız. Direnişin nedeni ve bileşenlerinden ziyade kırılma noktalarını irdelemeyeceğiz. Halk tarafından meşru kabul edilmeyen unsurları ve polisin Gezi Parkı'na geri dönebilmesindeki etkisini tartışacağız.

Direniş kırıcılığında PKK'nın rolü

Türkiye Solu'nun PKK'yı tartıştığı ve PKK'nın karşı devrimciliğini bilince çıkardığı bir süreçte PKK'nın direnişteki rolünü irdelemekte yarar var. PKK'nın direnişteki rolünde 2 temel kırılma noktası göze çarpıyor.

Bunlardan ilki eylemlerin AKP karşıtı halk hareketine dönüşmesi ve yurda yayılması, diğeri ise BDP milletvekillerinden oluşan heyetin "meydanları Ergenekonculara/ulusalcılara bırakmayın" talimatı ile döndüğü gündem dışı İmralı ziyareti.

Bu iki kırılma noktasından hareketle direniş süreci ve PKK/BDP'nin tavrı 3 bölümde incelenebilir:

1) Gezi Parkı protestolarının henüz "3 5 ağaç tartışması"ndan ibaret "olduğu" dönem.

2) Eylemlerin AKP karşıtı bir halk hareketine dönüşerek sokak sokak yurda yayıldığı dönem.

3) BDP heyetinin İmralı ziyareti sonrasında bir grubun Öcalan'ın talimatıyla Gezi Parkı girişine kamp kurduğu dönem ve sonrası.

Henüz her şey "3-5 ağaç meselesi" iken Sırrı Süreyya Önder, çevreci gençlerden desteğini esirgemedi. İş makinelerinin önüne yattı, oturma eylemlerine katıldı. Beraber ıslandılar TOMA'nın suyunda, birlikte kesildi solukları biber gazında. Müdahale arbedelerinde polisin copu da kalkanı, tekmesi de ayrı gitmedi aralarından. Sistem medyası bu süreçte kapsamlı bir sansüre gitmedi, eylemleri gerek canlı yayınlarda gerek haber bültenlerinde izleyebildik. Sırrı Süreyya Önder'in iş makinelerine direndiği fotoğraflar gazetelerin birinci sayfalarını süsledi, internet sitelerine manşet oldu. Burada Sırrı Süreyya Önder'in çevreci bir eyleme destek vermesini basının bunları sansüre gitmeden haberleştirmesini eleştirmiyoruz elbette. Tartışmak istediğimiz konu 31 Mayıs akşamından sonra yaşanan değişim. 31 Mayıs'ta ne oldu da her şey bir anda değişti, Sırrı Süreyya Önder eylemlerden elini ayağını çekti, sistem medyası penguen belgeselleri yayınlamaya başladı?

Sürecin gelişimi

Aralıksız olarak devam eden ve an be an sertleşen polis müdahalesi geri tepti. Tepkinin dozu yükseldi, Taksim'deki bir kaç yüz kişi alanı on binlerle paylaşmaya başladı. Okların iyice AKP Hükümeti'ne çevrilmesi zaten yerlerde sürünen eylem töleransını sıfırın altına düşürdü. Polis müdahalelerin dozu insanlık sınırlarını zorlamaya başladı. Bu tablo gelişmeleri evinden izleyen kitleleri sokağa döktü. Protestolar Taksim Meydanı'ndan taştı, büyük şehirlerden başlayarak yurda yayıldı. Halkın AKP Hükümeti'ne isyanı Anadolu'ya sararken İstanbul'da da belirli merkezler de büyük buluşmalar başladı. Örneğin Bakırköy Meydanı her akşam binlerce yurttaşı ağrılamaya başladı. Kartal ve Maltepe'de de aynıydı fotoğraf Silivri, Avcılar, Büyükçekmece'de de. Kısa bir süre içerisinde alanlar dar gelmeye başladı halka. Mahalle mahalle, sokak sokak yürümeye başladı Türkiye. İstanbul'da başta Taksim Meydanı ve Gezi Parkı olmak üzere hemen her ilçedeki eylemlerde temel talebin "AKP Hükümeti'nin istifası" olduğuna bire bir tanık oldum. Diğer illerde de talepler ortaktı, "AKP Hükümeti ile devam etmek istemediğini" haykırıyordu halk sokaklarda.

İlk günlerdeki eylemlere katkısını överek anlattığımız Sırrı Süreyya Önder, oklar AKP Hükümeti'ne yöneldiğinde kayıpları oynadı. Önder'in bu tavrı bireysel bir karar değildi elbette. Ortada örgütsel bir karar olduğu anlaşılıyordu. Türkiye tarihindeki en büyük eylemlilik süreçlerinden birinde BDP/PKK çizgisinin hakim olduğu illerdeki durağanlık ortadaydı. Aylar sonra açıklanan raporlarda eylem yapılmayan illerin listesi bu fotoğrafı net olarak çekecekti.

Direnişin meşruiyetini sarsma girişimleri

Polis müdahalelerinin meşruluğu AKP tabanında bile tartışılmaya başlanmıştı. Kendi tabanlarından yükselmeye başlayan "daha makul davranılamaz mı, halk ile "marjinaller" ayırt edilemez mi?" sorularının AKP milletvekillerini zorladığı konuşuluyordu basın kulislerinde. AKP Hükümeti'nin müdahalelere meşruyet kazandıracak araçlara ihtiyaç duymaya başlamışt. Eylemcilerin terörist olarak gösterilmesi için PKK'BDP'den daya uygun bir araç olamazdı. Ve böylesi bir ortamda can simidi olarak ortaya çıktı 7 Haziran 2013 tarihli İmralı ziyareti. Gazeteci olduğumuz için olağan İmralı ziyaretlerinin kulislerine alışığız. Ziyaretlerin kulislerin ötesine geçip adaya kim gidecek tartışmalarıyla kamuoyuna günler öncesinden ilan edildiği hala hafızalarda. Ancak bu defa farklı bir tablo ortaya çıktı. Ne kulislere yansıdı ziyaret ne de kim gidecek tartışmaları. Bir gün öğleden sonra aniden ajans gündemlerine "BDP heyeti İmralı'ya gitmek için yola çıktı" bilgisi geçti.

Adanan dönen heyet Öcanal'ın talimatını "Meydanları Ergenekonculara/Ulusalcılara bırakmayın." sözleriyle özetledi. Bu talimatın aradından. Televizyonlarda mesajın ne anlama geldiği tartışılırken Gezi Parkı girişinin hemen yukarısında önceden polisin güvenlik noktası olarak kullandığı kulübelerin olduğu bölgeye 150 200 kişilik bir grup konuşlanmıştı bile. Önce BDP bayrakları asıldı kulübelere, ardından Öcalan posterleri ve PKK flamaları. Konu ile ilgili ayrıntılı bilgi ve tartışmalar için 8/9 Haziran tarihli gazeteler incelenebilir. Sistem televizyonların 8 Haziran'dan itibaren yaptığı Taksim/Gezi'den canlı yayınlar da incelenmesi gereken ayrı bir unsur.

Olağanüstü polis müdahalelerinin AKP tabanından bile tepki çekmeye başladığı, sistem televizyonlarının günlerce penguen begeleselleri yayınlanamak zorunda kaldığı direniş sürecinin kaderini değiştirecek kurgunun temelleri atılıyordu. Ne olduysa kısa bir süre içinde penguen yayınları yerini Taksim'den canlı yayınlara bıraktı. Halkın tepkisinden çekinen televizyonlar bile kurumlarının logolarını sökerek canlı yayın yapmaya bşaladı Gezi Parkı girişinden. İçerideki on binler yoktu ama ekranlarda. PKK/BDP flamaları kadrajlara alınırken parkın içerisindeki kardeşlik türküleri yansımadı ekranlara.

Parktaki insanların telefonları çalmaya başladı önce. Boyalı ekranlarda gördükleri manzara ile parktaki tanıdıklarının anlattığı tablo arasındaki uçurumu soruyordu evlerindeki insanlar. Çok defa Öcalan posterleri ve PKK flamalarının indirilmesi için Gezi Parkı'ndaki kitle ile PKK/BDP'li grup arasında gerginlik yaşandı. Gerginlikler posterlerin indirilmesi ile sona eriyordu. Ancak insanlar sabah parktan çıkıp işlerine gittiklerinde boyalı ekranlarda poster ve flamaların yeniden asıldığını görüyorlardı. Akşamları posterlerin indirilmesini sağlanıyordu ancak günlerce süren ve tekrar tekrar yaşanan bu tablo parktaki kitlede hatırı sayılır kırılmalara yol açtı. Alandan ayrılma eğilimleri baş göstermeye başladı zamanla. Parkın boşaldığını iddia etmiyoruz ancak Gezi'de sabahlayan insan sayısında ve iş çıkışı parka gelen kitlede bir daralma yaşandı.

Alandaki insanlar üzerindeki etkiyi gösteren en büyük etken Taksim Dayanışması'nın 9 Haziran 2013 tarihli mitinginde yaşandı. Meydan yüzbinlerle dolmaya başlarken 300 kişilik bir grubun açtığı Öcalan posterleri tartışmaya neden oldu. Posterlerin indirilmesi uyarılarına mitinge gelen insanları taşlayarak karşılık verilmesi ise alanın boşalmasına neden oldu. Bir kaç saat sonra alanda milyona yakın insanın toplanması bekleniyordu. Ancak yaşanan bu olay nedeniyle, Taksim Meydanı'nda on binlerle ifade edilen bir mitingle yetinildi. Henüz kürsü konuşmaları bile başlamadan Taksim Meydanı'na gelen kitlenin büyük bir kısmı alanı terketmişti bile. Belki de son yılların en kitlesel mitingi engellenmiş oldu.

Planın esas etkisi ise parkta değil, ekranları başında Gezi'yi takip eden insanlar üzerinde oldu. Tayyip Erdoğan şehir şehir gezip meydanlarda Gezi Parkı'ndaki insanları "terörist ve vandal" ilan ederken sistem televizyonları bu tarife uygun görüntülerle muazzam bir algı operasyonu yürüttü.

Basın kulislerine AKP tabanın bile milletvekillerini telefon yağmuruna tutarak müdahale tarzı ve şiddetin dozajı ile ilgili tepki gösterdiği yansıyordu. İstanbul Valii Hüseyin Avni Mutlu'nun sonradan ortaya çıkan görüşme kayıtlarındaki isyanı polis müdahalesini meşru göstermede yaşanan sıkıntının en somut örneği. İşte böyle bir dönemde PKK/BDP yönetimi ve Abdullah Öcalan AKP'nin imdanına yetişti. Ekranları başında Taksim Meydanı'ndaki gelişmeleri takip eden milyonlarca insanlar bu poster ve flamaların olduğu kadrajlardan yapılan Gezi Parkı'nda bugün yayınları ile hazırlandı yapılacak polis müdahalesine. 11 Haziran 2013'te Taksim Meydanı'na yapılan ilk müdahalede için ortaya atılan bahane de aynıydı: "Terör grupları meydandan çıkarılacak." Algı operasyonu başarılı oldu, Taksim Meydanı'na çıkarken uygulanan polis şiddetine gösterilen tepki 1 Haziran akşamındakinin çok gerisinde kaldı. Böylece halkın sokağa inerek polisi Taksim'den Beşiktaş'a kadar geri çekilmek zorunda bıraktığı kitlesellik tekrar ortaya çıkmadı. Polis Taksim Meydanı'na çıkarken belinde silahla ortaya çıkan meçhul şahıs(lar)ın görüntüleri de boy boy kullanıldı elbette. Haziran Direnişi'nin ruhuna aykırı bu tablo hem halkı sokaktan çekilmeye sürükledi hem de illerde gösterilen tepkilerin dozunu aşağı çekti. Eylemler çeşitli alanlara ve halktan kopuk gruplara terkedildi zamanla. Eylemlelere açık destek veren AKP karşıtı kitlede sokakta kalma konusunda çekinceler oluşturulurken, olayı anlamaya çalışan diğer kesimler de Başbakan'ın söylemlerine iyice ikna edildi böylece. Taksim Meyndanı'nı boşaltılıp Gezi Parkı'na girilmeyecek söylemi ile akıllıca bir strateji izledi emniyet. Çevrecilerle eylemcier ayırt ediliyor algısı yaratıldı.

Müdahale başlıyor

Bu sürecin ardından 15 Haziran 2013 gecesi Gezi Parkı'na yapılan müdahale geldi. Geziye yapılan müdahale sırasında polis meydana çıkışından çok daha büyük bir dirençle karşılaştı önce. Bir süre belirli bir mevziden öteye geçemedi. Yakın bölgelerde yaşayan insanlar sokağa inerek direnişe destek verdi. Kitle azalmak yerine artmaya başladı. Talimhanede bulunan baz istasyonu ve araçların PKK/BDP'li grup tarafından ateşe verilmesi ise gecenin dönüm noktası oldu. Hem barikat gerisinde hem de ekranları başındaki insanların tepkisini çeken bu eylem polise de müdahalenin dozunu artırmak için bahane yarattı resmen. Sistem televizyonlarında tekrar tekrar yayınlananan yangın görüntülerini Vali Mutlu'nun çocuklarınızı alandan çekin, kimsenin can güvenliğini sağlayamıyoruz açıklaması takip etti. Senaryo adım adım uygulanıyor ve başarıya ulaşıyordu. Barikatın gerisi boşalmaya başladı. Ekrandan veya internetten müdahaleyi görüp sokağa inen de yoktu. Halkın meşru kabul edemeyeceği görüntüler akışı tamamen kesti. Alana gelmek isteyen diğer bölgelerdeki insanlar zaten yollarda engellendi. Binlerce insanın yürüyüşe geçtiği bölgelerden bir kaç yüz kişi ulaşabildi Taksim'e. Ve sabaha karşı Taksim Meydanı ile Gezi Parkı tamamen boşaltıldı. Parkın boşaltılmasının ardından Taksim'e çıkma ısrarları ile yapılan eylemlerin hiç birinde 31 Mayıs ve 1 Haziaran'daki hava yakalanamadı. Polis müdahalelerine karşı tepki olsa da halk önemli ölçüde sokaktan çekilmişti. Eylemler uzun süre devam etti elbette. Ancak direnişin kırılma sürecini ele aldığımız için bu yazıda sürecin sonrasını ve "eylemler nasıl başarıya ulaşırdı" sorularına yanıt aramak yerine son notu düşmek yerinde olacaktır.

Direniş kırıcılığına karşı çözüm

PKK/BDP flamaları altında alana inen ve Gezi Parkı eylemlerine katılanların senaryodan haberi bile yoktu belki de. Ancak ortaya koyulan tavır, halk hareketinin kitleselliğini ve direnişi kırma konusunda AKP'nin en kritik ihtiyacına karşıladı. PKK/BDP yöneticilerinin "Gezi'de darbe kalkışması oldu" açıklamalarını bu eksende değerlendirmek faydalı olacaktır.

Direniş sürecini bir çok farklı açıdan ele almak mümkün ancak AKP ve PKK/BDP arasındaki ilişkiyi irdelemek ve direnişin kırılmasında PKK/BDP'nin oynadığı rolü tespit etmek halk hareketinin geleceği açısından kritik bir öneme sahip. Özellikle Türkiye solunun bu süreci iyi okuması ve halk hareketinin doğru zeminde kitleselleşerek AKP İktidarı'na karşı başarıya ulaşabilmesi açısından bu işbirliğini teşhir etmesi gerekli. Bunun başarılabilmesi Doğu ve Güneydoğu'daki kitlelerin PKK/BDP kıskacın kurtularılması ve birlik/kardeşlik ekseninde devrimci/ilerici mücadeleye seferber edilebilmesine önemli katkı sağlayacaktır.

Not: Bu makale Teori Dergisi’nin Haziran 2104 sayısında “PKK-BDP'nin direniş kırıcılığı” başlığı ile yayımlanmıştır.

ulusalkanal.com.tr

# hdp # BDP # seçimler # gezi parkı # ozer surmeli # Haziran Direnişi # 7 haziran