Ercan Dolapçı yazdı: Kanunuesasi Kıraathanesi

Kanunuesasi Kıraathanesi’ni işleten 71 yaşındaki Hayri Emül 1979 yılında bir gazeteciye yaptığı açıklamada 'Abdülhamit döneminde burası İttihatçıların sık sık toplandıkları ve kararlar aldıkları bir yermiş. Bize eski sahipleri öyle söylediler.' diyor.

Ercan Dolapçı yazdı: Kanunuesasi Kıraathanesi

Ercan Dolapçı Aydınlık'ta yazdı. Binanın tarihi dokusunu koruma konusunda özen gösteren Emül bir de ekliyor, 'Benden sonra burası ne olur bilemem.' Biz de diyoruz ki, 'Rahat uyu. Bina Aydınlıkçıların oluyor!'

Aydınlık Gazetesi'nin bulunduğu İstiklâl Caddesi Deva Çıkmazı’ndaki binanın Meşrutiyet Caddesi'ne bakan girişi eskiden “Kanuniesasi Kıraathanesi” olarak işletiliyordu. Bu kıraathane İstanbul’un sayılı mekânlarındandı. Kıraathaneler, o dönem bugünkü gibi değildi. Okumaların, fikir alışverişlerinin yapıldığı buluşma noktalarıydı. Abdülhamit döneminde İttihatçı devrimciler sık sık bu kahvehanede buluşur, kararlar alırmış. Bundan olacak 1908 2. Meşrutiyet Devriminden sonra burası “Anayasa” manasında “Kanunuesasi” ismini almış ve İttihatçıların mekânı olarak ünlenmiş. Yazarlar, şairler, sanatçıların yanı sıra İttihatçı önderler Talat ve Enver Paşalar da sık sık buraya gelirmiş. 1990’lara kadar işletilen kıraathane (kahvehane) aydınların da buluşma yeri özelliğini korumuş. Cumhuriyet Gazetesi yazarı Mehmed Kemal, 1992 yılında kaleme aldığı yazısında bir şair arkadaşıyla burada buluştuğunu belirtiyor.
“Kanunuesasi Kıraathanesi” hakkında ikinci önemli yazı da yine Cumhuriyet Gazetesi'nde yer alıyor. Selim Yalçıner’in 21 Ocak 1979 tarihli yazısı “Kanunuesasi Kıraathanesi eski şeklini koruyor” başlığını taşıyor. Yazıda kıraathaneyi işleten Hayri Emül ile yapılan söyleşiye yer verilmiş. İşte o yazılardaki Kanunuesasi Kıraathanesi öyküsü:

"100 YILLIK KIRAATHANE”

“Tepebaşı'ndaki 100 yıllık 'Kanuniesasi Kıraathanesi' hâlâ ilk biçimini koruyor... İstanbul'da artık ender görülen bu durum, 71 yaşındaki işletici Hayri Emül’ün özel çabasıyla sürüyor. Emül, 'Çok çaba harcadım' diyor, 'bu kıraathaneyi ilk durumunda tutabilmek için. İstanbul'da öyle bir savrukluk var ki, her şey heba oluyor. Birçok tarihi yapı ve anısı olan yer, alüminyuma kurban edilmiş. 100-200 yıllık binalar bir bakıyorsunuz, beton-demir karışımı çirkin yapılara yerini bırakmış. Eski bir İstanbullu olarak buna üzülmemek mümkün değil.

II. ABDÜLHAMİT DÖNEMİNDE YAPILMIŞ

“Kanunuesasi Kıraathanesi, Padişah II. Abdülhamit döneminde bir Rum tarafından yapılan binanın altında. Bina şimdi gene bir Rum vakfı tarafından yönetiliyor. Şimdiki işleticisi Hayri Emül, kıraathaneyi Agop Karamanoğlu'ndan devralmış. 1908 yılında II. Meşrutiyet'in ilanından sonra kıraathane, 'Kanunuesasi Kıraathanesi' adını almış. Harf devriminden sonra da hemen yani Türkçeye çevrilmiş bu «anılı» ad. Kıraathane, Enver ve Talat Paşaların uğrak yeriymiş bir zamanlar. 1958 yılından bu yana Kanunuesasi Kıraathanesi’ni işleten 71 yaşındaki Hayri Emül, 'Abdülhamit döneminde burası İttihatçıların sık sık toplandıkları ve kararlar aldıkları bir yermiş. Bize eski sahipleri öyle söylediler' diyor.

SIK SIK RESTORE EDİLDİ

“Hayri Emül, Kanunuesasi Kıraathanesini sık sık restore ettirdiğini belirtiyor, “Bu iş de o kadar kolay değil. Her usta yapamıyor restorasyonu. Tanıdığımız bir iki usta var, onarım gerektiğinde onları çağırıyoruz. Herkese güvenemiyoruz” diyor; parlatılmış pirine zile basıyor: Gelen garsona çay söylüyor.
“Atatürk döneminin Polis Müdürlerinden Ekrem Paşa’nın da 'müdavimlerinden' olduğu Kannunuesasi Kıraathanesi, refiklerine oranla çok sessiz bir yer. Emekliler üçer-beşer oturmuşlar sohbet ediyorlar ya da kâğıt oynuyorlar; bilardo masalarında gençler. Gençler ve yaşlılar bir arada bulunabiliyor burada. Bilardocu gençlerden biri 'Çok sessiz ve sakin bir yer burası' diyor, 'Üstelik diğerlerine oranla çok ucuz.'
“Hayri Emül, 'Benden sonra burası ne olur bilemem' diyor. Yakınmadan, çaresizce...”

MEHMED KEMAL’İN KALEMİNDEN

Cumhuriyet Gazetesi yazarı merhum Mehmed Kemal de 1 Nisan 1992 tarihli köşe yazısında Kanunuesasi Kıraathanesi'ni ele alır. Ankaralı olan yazar, İstanbul’a geldiğinde şair arkadaşının verdiği randevu üzerine buraya geldiğini belirtir ve şu izlenimi paylaşır:

“Şairi epeydir gördüğüm yoktu, Beyoğlu’nda ağır aksak yürüyordu. Buna, topallayarak da denebilir. Eskiden sık sık görürdüm. Tarlabaşı’nda bir yerde otururdu. Şimdiki, kocaman bir bulvara dönmüş Tarlabaşı değil; o daracık sokaklı Tarlabaşı... Nicedir geldiğim yok buralara, şair de yıllardır uğramıyormuş. Hoşbeşten sonra gün ve saat verdi, 'Kanunuesasi Kıraathanesi’nde buluşalım' dedi. (‘Yahu, Kanunuesasi Kıraathanesi mi kaldı?’ diyemedim.)

'Olur' dedim.

“Bu kahve (Kanunuesasi), ilk Meşrutiyet’ten beri varmış. Meşrutiyet aydınlarının uğrağı, buluşma yeriymiş. Nasıl Babıâli’de Meserret, Nuruosmaniye’de İkbal varsa, Beyoğlu’nda da Kanunuesasi.

İstanbul gazetelerinin Ankara muhabirliğini ettiğim yıllarda, İstanbul’a geldiğimde Büyük Londra Oteli’ne inerdim. Bu otel, Tepebaşı'nda bulunanların en iyilerinden biriydi. Beyoğlu’nun göbeği sayılırdı. Geceleri eğlenecek olanlar için kolay da bir yerdi. Gecenin epeyce ilerlemiş bir saatinden sonra insan kendini kolayca yatağına atabilirdi. Şıp meyhane, şıp otel!..
Sabahları kalktığımda Kanunuesasi Kıraathanesi’ne gider, günlük gazeteleri orda okurdum. Otel de kahve de yabancım değildi.

“Kahve, uzunca bir koridor gibiydi. Pencere önüne kahvenin eskileri ve gediklileri otururdu. “Kahvenin ortasındaki uzunca yer tavlacılara ayrılmıştı. Tavlacılar neredeyse sabahtan başlarlar, gece yarılarına kadar oynarlardı. Bu oyunun içinde belki biraz kumar bile vardı.

“Sağlı sollu duvar dibinde oturanlar ise randevu verenlerdi. Buralar, aynı zamanda nargilecilerin de yeriydi.

“En güzel yer, kuşkusuz, pencere kenarı idi. Sandalyeye kurulup geleni geçeni seyretmeye doyum olmazdı. Pencere kenarı müşterilerine alışırdınız.
“İkinci Dünya Savaşı yıllarında bu kahve (Kanunuesasi) Cumhuriyet aydınlarının yeri olmuştu. Meyhane saati değil de erken ise kahveden başka gidilecek yer pek yoktu. Emekliler, işsizler, başıboşlar için en uygun yerdi.

“Bundan beş on yıl önce bu kahve bir süre, şairlerin buluşma yeri de olmuştu. Tavlaya meraklı olanlar burada buluşurlar, belki bir iki el tavla oynarlar, sonra meyhanelerden birine kapağı atarlardı. Tavla boşuna değil, rakısına oynanırdı.
“Verilen saatte kahveye geldim. Daha kapıdan girerken şairi gördüm; pencere kenarında oturuyor, etrafı seyrediyordu. Tepebaşı yönünden geldiğim için beni görmedi. Görünce, yeniden kucaklaştık, sarmaş dolaş olduk, ilk sözümüz, pahalılık, geçim sıkıntısı oldu…”

ÜNLÜLER KAHVESİ

Yazar Salâh Birsel, Kanunuesasi Kıraathanesi’ne 1940 kuşağının ünlü sanatçılarının gelip gittiğini belirtir ve şu bilgileri verir:

“Kahvelere Tepebaşı’nda da rastlanır. Bunların en önemlisi de Kanunuesasi Kıraathanesi'dir. Ama Tepebaşı'ndaki kahvelerin topuna birden 'İzmir Kahveleri' de denir. Buralarda nargile de içilir. Mai ve Siyah'ın Ahmet Cemil'i bir akşam arkadaşı Ali Şekip'i Glavani Sokağı'ndaki (Şimdiki adı Kallavi Sokak) La Bella Venezia adında ucuz bir lokantaya götürdükten sonra kahve ve nargile içmek için bu kahvelerden birine getirdiğine göre, Halit Ziya'nın da bu kahveleri iyi bildiği çıkarılabilir.

Kanunuesasi Kıraathanesi yaşamını son yıllara değin sürdürmüş bir kahvedir. Cahit Saffet (Irgat) Şehir Tiyatrosu’nda çalıştığı sıralar buraya çok gelir. Salih Tozan da gelir, masallara 'Gözüm! Canım! Muhterem!' sözcüklerini dağıtır. Salih büyük oyuncudur ve gönül büyüğü bir insandır. Çok sürmeyen yaşamı boyunca 24 kez evlenmiştir.

“Kanunuesasi Kıraathanesi'ne Şehir Tiyatrosu oyuncuları da eksiksiz damlarlar. Hüsamettin Bozok Şehir Tiyatrosu oyuncularından Hamit Akınlı'yla burada çok oturmuştur. Orhan Kemal, Nurer Uğurlu da Beyoğlu'na çıktıkları vakit burayı denetimden geçirirler. 1940 kuşağı ile daha sonraki kuşak sanatçıların da yolları düştükçe burada bir kahve içmeyi yararlı bulurlar. Burası hokkabaz, meddah, karagözcü, çalgıcı gibi halk sanatçılarının da kahvesidir. Haldun Taner onların konuşmalarını dinlemek, dağarcığını onların anılarıyla doldurmak için bir ara buraya dadanmıştır. Haldun, ilk operet oyuncusu Cemal Sahir’le burada, hiç değilse, iki ayda bir buluşur, onun canını sıkan, beynini kemiren dertlerini dinler. Bu ikisi, kimi zaman Pelit'te buluşurlar. Cemal Sahir dertlerini orada dökmeyi daha çok sever.”

# istanbul # ankara # polis # cumhuriyet # haber # oldu # aydınlık # son # yazı # Ercan Dolapçı