İsrafsız iktisat ve üretim ile kalkınmak

Sebahattin Arslantürk

Sebahattin Arslantürk

Köşe Yazısı

Geçtiğimiz ay aramızdan ayrılan gerçek manada bir spor adamı olan Özkan Sümer’in geleceğe ışık tutacak bir sözü vardır:

“Yöneticinin iyisi, işler yolunda giderken gelecekte nelerin bozulabileceğini tahmin edip ona göre tedbir alandır.”

Her alanda geçerli olan bu tarif, hiç şüphesiz en çok geçmişte iktisat, bugün ise ekonomi denilen alanda geçerlidir.

Ekonomide gerçek manada kalkınmak için mutlak gerekli olan hiç şüphesiz üretmektir. Üretimin olmadığı yer de ne kalkınmadan, ne de zenginleşmeden söz edilemez.

Ancak, üretim kadar önemli olan bir gerçek daha var ki, Özkan Sümer’in dikkat çektiği gelecek için de tasarruf ederek tedbirler almaktır.

Aslında bugün bizim “ekonomi” kelimesi ile adlandırdığımız faaliyetler geçmişte “iktisat” kavramın içinde yer alıyordu.

“İktisat”ınkelime anlamı sadece ekonomi değildir.

Türk Dil Kurumu sözlüğüne baktığınız zaman iktisat aynı zamanda tasarruf etmek anlamına da geliyor.

Ancak, ekonomideki tasarruf gerçeği maalesef, sadece Türkiye’de değil, Dünya da “hesapsız kitapsız” bir tüketim çılgınlığına kurban edilmektedir.

Bu noktada Türkiye gerçeğine dönecek olursak,“Damlaya damlaya göl olur”atasözünü hatırdan çıkarmamalıyız.

Yastık altı, kumbara, banka hesabı ile geçmişte az kazanmasına rağmen gelirinin yüzde 20-22’sini tasarruf etmeyi başaran Türk halkının olduğunu hatırımıza getirmeliyiz.

Günümüzde ise, bırakın gelecek için tasarruf etmeyi, önündeki günleri bile kimisi tüketici, kimisi otomobil, kimisi konut kredileri ile bankalara 5 ila 20 yıl arasında satmıştır.

Halk bunu yaparken kamu adına hareket eden devlet durmuş mudur?

Türkiye de kamu dediğimiz devlet ne yapmıştır? Ya da ne yapmaktadır?

Tek kelime ile kamu tasarrufunu bir kenara koymuş, verim ekonomisi yerine israf ekonomisini uygulamayı en az 60-70 yıldan beri sürdürür hale gelmiştir.

Gerçek kalkınmayı sağlayacak üretime yönelik yatırımlardan çok daha fazlası devlet eliyle getirisi olmayan, ama götürüsü fazla olan alanlara kaydırılmaktadır. Çünkü ortada üretim ekonomisi üzerine inşa edilmiş bir kamu yatırım plan ve projesi maalesef yoktur. Günlük hesaplar, farklı politikalar üzerine kurulan bir tüketim, israf ekonomisi uygulamasından bir türlü vazgeçilmemektedir.

Sürekli Türkiye’nin sahip olduğu doğal zenginlik ve kaynaklardan söz edilmektedir. Ancak maalesef bu sözün kast ettiği Türkiye için bu zenginlik ile kaynakları verim ekonomisi üzerine monte edilmiş plan ve projeler uygulanmamaktadır.

Dünya, kıt kaynakları harekete geçirip, geri dönüşümlerden bile ekonomik getiri sağlamanın peşinde iken, Türkiye’nin benzeri bir plan ve programı var mı?

Ortadaki tabloya bakıp da, “var” diyebilmek mümkün müdür?

Türkiye öncelikle devlet eliyle yöneltilen ve yönlendirilen kamu kaynaklarının asgari israf, azamı tasarruf politikası ile üretim ile verim ekonomisine yönelmek, halkın da aynı anlayışla devlet ile başabaş hareket etmesi lazımdır.

Sahip olduğumuz sadece doğal kaynakları değil, kıt kaynakları da azami verimle kullanmalıyız. Öncelikle hedef katma değer yaratacak yatırımlar olmalıdır.

Son zamanlarda sıkça sözünü ettiğimiz “Yerli ve milli” ifadesinin içini gerekeni yaparak mutlaka doldurmalıyız. Kapitalist bir anlayışın ve tarzın hakim olduğu dünya üzerinde, kendi imkanlarını en rantabl şekilde kullanmaktan başka çare yoktur.

Hiç şüphesiz kaynakları en verimli şekilde kullanmak yetmeyecektir. Buna gelecekte hiç hesaba katılmayan olumsuzluk olabileceğini (ki pandemi süreci bunu ortaya koydu) düşünerek devlet ve halkın mutlaka tasarruf yapması, hele hele israftan azami ölçüde kaçınması gerektiğini eklemeliyiz.

Devletin kamu harcamalarında tasarruf yapmaması, israf sayılabilecek yatırımlara kaynak ayırması, hiç şüphesiz halka da kötü örnek olmaktadır ve olacaktır. Bunun sonucun nereye varacağı da bellidir.

Nereye varacağını da atalarımız; “Hoca yellenen de cemaat boca eder” diyerek işaretlemişlerdir.