1 Mayıs 1977 katliamını bir de Hasan Yalçın'dan okuyun

İşçi Partisi Genel Başkanvekili Hasan Yalçın, partisinin İstanbul il örgütünde 1997 yılında düzenlenen Uluslararası Susurluk Konferansı'nda 'Yirmi yıl sonra/1 Mayıs provokasyonu’ndan Susurluk’a" başlıklı bir bildiri sundu.

1 Mayıs 1977 katliamını bir de Hasan Yalçın'dan okuyun

Bugünlerde Halil Berktay tarafından başlatılan ve neoliberal aydınların hararetle sarıldıkları "1 Mayıs katliamından solcular sorumludur" yalanına bir yanıt olarak Yalçın'ın bildirisinin 1 Mayıs 1977 katliamına ilişkin bölümünün bir özetini sunuyoruz. 29 Ağustos 2002 günü yitirdiğimiz Haşan Yalçın'ı saygıyla anıyoruz.

1 MAYIS 1977

Tabanca saat 19 00 civarında patladı.

Tahtaya çivi çakılıyormuş bir gibi bir ses duyuldu.

Çivi tarihe çakılıyordu.

Türkiye’yi Susurluk’a getiren sürecin önemli bir zirvesi silahla işaretleniyordu.

Kontrgerilla, kendi kanlı tarihinin yeni bir sayfasını çeviriyordu.

En büyük provokasyonlarından biri başlıyordu.

Yirmi sene önceydi. Gene 1 Mayıs’tı. İstanbul Taksim meydanı doluydu. DİSK Genel başkanı Kemal Türkler miting konuşmasını bitirmek üzereydi. Gergin bekleyiş sona eriyordu. Kötü olasılık gerçekleşmeyecekmiş gibiydi. Herkes sağ salim geldiği yere, evine, işine dönecekti. Kitle derin bir oh çekmek.üzereydi.

iddianame şöyle yazdı:

“Tanık ifadelerine göre önce Abdülhakhamit Caddesi üzerinden bir el, arkasından iki el peş peşe silah atılmıştır. Bunu hemen takiben İntercontinental otelinin önünden iki el silah atılmıştır. Bu kesimi kısmen Kurtuluş Grubu işgal etmektedir. Tesadüfi olmayan bu atışları İntercontinental otelinin kat ve bölümlerinden, bu otelin yanındaki inşaat ve çiçekçi dükkanı içinden Sular İdaresi’ne ait duvardan, Otağ Restoran’ın bulunduğu ve duvarında Ozalit yazılı binanın çatısından, Abdülhakhamit Caddesi içinden, PTT binasının üstünden, Pamuk eczanesi üstünden veya civarından aynı anda başlayan seri atışlar izlemiştir.”

Sonuç: 34 ölü, 126 yaralı.

Resmi raporlara göre ölümlerden 5’i, yaralanmalardan 32’si kurşunlanma sonucu. 28 ölümün sebebi sıkışma nedeniyle nefessiz kalarak boğulma. Bir ölümün nedeni ise "kafatası kırığı” şeklinde geçiyor zabıtlara.

ALANIN HER YANINDAN İZLENEREK YAZILAN HABER

Biz Aydınlıkçılar o dönemde Türkiye İşçi Köylü Partisi’nde örgütlüydük. Halkın Sesi adında haftalık bir dergi çıkarıyorduk. Büyük bir provokasyon hazırlandığını 1 Mayıs öncesinde analiz ettik. Bu nedenle alana hakim bütün binalara fotoğraf makinalı arkadaşlarımızı yerleştirdik. Beş yerde bu şekilde görevlendirilmiş arkadaşımız vardı. Çektikleri fotoğrafları ve izlenimlerini dergimizde yayınladık. 1 Mayıs 1977’yi hem Parti’nin, hem de Halkın Sesi’nin yönetici olarak bizzat izledim. Dergi olarak pek çok tanıkla görüştük. Değişik anlatımları Taksim alanında incelemeler yaparak değerlendirdik, iki gün sonra çıkan 3 Mayıs tarihli Halkın Sesi olay hakkında şu somut bilgileri verdi: "Kurtuluş grubu Tarlabaşı’ndan gelip Taksim alanına girerken Halkın Kurtuluşu, Halkın Birliği ve Halkın Yolu grupları alanın girişine yaklaşıyorlardı. Tam bu sırada sabahtan beri miting kürsüsünün arkasındaki Taksim gezisinde bulunan çok sayıda toplum polisi burayı tamamen boşalttı. Polisler, Tarlabaşı caddesinin arkasındaki sokaklara doğru sarktılar ve orada pusu kurdular.

“Tarlabaşı caddesinin Taksim alanıyla birleştiği kavşakta bir polis tabancayla üç el ateş etti. Hemen arkasından otomatik silah sesleri duyulmaya başladı."

(...)

Olaya ilişkin sayısız anlatım var. O gün Taksim alanında bulunan pek çok insan konuştu. Gazeteler, dergiler yazdı. Birkaç kitap da yayınlandı 1 Mayıs 1977 konusunda. Özellikle silahların nerelerden atıldığı konusunda değişik ifadeler var. Topu topu yarım saat kadar süren büyük bir provokasyon söz konusu. Heyecan dorukta. Her tanık bulunduğu yerden bakıyor. Gördüklerini, tahminleriyle birleştirebiliyor. Örneğin, zamanın CHP’li Belediye Başkanı Ahmet Isvan, Sular İdaresi binası üzerinden ateş edildiğini ileri sürdü ve bu konuda sonuna kadar ısrar etti. Sular İdaresi üzerinden ateş edildiğini söyleyen başka pek çok tanık da çıktı. Halkın Sesi dergisinin Sular İdaresi üzerinde de muhabiri vardı. Halkın Sesi adına Metin Göktürk, o zaman için gelişmiş bir fotoğraf makinesiyle bütün gün boyunca oradaydı. Metin Göktürk’ün anlatımına göre Sular İdaresi üzerinden ateş edilmedi.

Olayların yatışmasından sonra, dama çıkan resmi polisler Göktürk’ü ve orada bulanan otuz kırk kişiyi üstlerini arayarak aşağıya indirdi. Polis Göktürk’teki fotoğraf makinesine de el koydu.

“HESAPLI”

“Olay çıkarma anı çok iyi hesaplanmıştır”.

Altı cumhuriyet savcısının hazırladığı iddianame olayların anlatımına böyle başlıyor.

Olayın özeti işte budur aslında. “Hesaplanmıştır”. Yapılmıştır.

Yapanların amaçları vardır.

Nerelerden ateş edildiği artık önemli de değil, belirleyici de.

Bütün tanıklıkların üzerinde birleştiği noktalar var.

Şöyle:

Tarlabaşı girişinde tabancayla üç el ateş edildi.

Tabanca sesiyle birlikte alan cehennem yerine döndü. Her yerden ateş edilmeye başlandı.

On binler, Atatürk Kültür Merkezi ve Taksim gezisi yönünde kaçıştı. Taksim, rüzgarda dalgalanan bir ekin tarlasını andırıyordu. Savcıların iddianamesi iki bine yakın mermi yakıldığını saptıyor.

Polis, paniği artırıcı bir rol oynadı.

Polis panzerleri hışımla kitlenin üzerine yürüdü. Ateş açtılar. Sirenlerle, ses bombalarıyla korku salmaya çalıştılar.

Alanda, çok sayıda patlamamış bomba bulundu. Bombaların üzerinde “torpil” yazılıydı.

“GELİYORUM” DEMİŞTİ

Taksim alanındaki on binlerin tedirginliği o yüzdendi. Bir şeylerin olacağını hissediyordu. Hissetmenin ötesinde adeta biliyordu. Çünkü provokasyon bir köşeye sinip de aniden ortaya çıkmamıştı. Davul zurnayla gelmişti. İlan ede ede. Sağcı gazeteler olup bitecekleri, olup bitmiş gibi önceden yazdılar.

29 Nisan 1977 tarihli Tercüman’da Güneri Civaoğlu :

“Toplum, birkaç kıvılcımla parlayacak barut fıçısı gibidir. Bu durumda önümüzdeki günlerin çok kritik olduğu söylenebilir... İşte böyle bir ortamda DİSK’in önderliğinde sol kuruluşlar, 'İŞÇİ BAYRAMI’ olarak ilan etikleri 1 Mayıs için büyük gösterilere hazırlanmaktadırlar... Sanıyoruz ki, siyasi gerilimin doruk noktaya tırmandığı, miting alanlarına kan döküldüğü şu ortamda, çok tehlikeli bir gelişme karşısındayız. DİSK’in düzenlediği gösteri akıl ve sağduyu ile bağdaşamaz... (DİSK’e ait çağrıdaki) açık tahrikin, yüksek

tansiyonla gerilmiş sinirler üzerinde kamçılayıcı etkisi tahmin edilemeyecek şey değildir... ve Maocu ırk ayrımcıların, demokrasi kundakçısı diğer akımların da bu çeşit topluluklarda uygun ortam buldukları unutulmamalıdır.”

Aynı Tercüman’da 30 Nisan’da Ahmet Kabaklı:

“Yarın 1 Mayıs... DİSK,TİP ve CHP militanlan, yarın İstanbul, Ankara ve bütün yurdu kana bulaması mümkün kışkırtma ve tecavüz hareketlerine girişebileceklerdir!.. Polisle vuruşmalar muhtemeldir, cinayetler işlenebilir, mallara canlara kıyabilirler.

“Taktik icabı kendi aralarında dövüşebilirler, saf vatandaşlar bu arada ölebilir. Hiç şüphe yok Maocular, Leninci dedikleri DİSK’lilere, TİP’lilere ve CHP aşırılarına... Veya Leninciler “sosyal faşist” dedikleri Maoculara saldıracaklar ve Ecevit’in taktiği ile; bunun da suçunu MHP’li MSP’li ve AP’li milliyetçilere yüklemeye kalkacaklardır.”

28 Nisan günü Sabah’ta Mustafa Cerit:

"... dışarıdan gelecek destekten de fayda umarak, ihanetlerini fiiliyata dökebilirler! Nitekim, aylar öncesinden bu yıldönümü için hazırlıklar yapılmıştır... Mesulleri, yürüyüşleri tertipleyen sendikacılar kadar, buna müdahale etmeyen ve tedbir almayan makamlar ve idareciler olacaktır. Son pişmanlık fayda vermez.”

Rauf Tamer 1 Mayıs tarihli Tercüman’da:

“Evet...bugün mühimdir. Ecevit’in ‘devlet nerede?’ sorusunu, bugün İstanbullular ve AnkaralIlar hep bir ağızdan terennüm ederek, evlerine kapanacaklar...

“Bir tuhaf rüzgar esecek. Arabalar tahrip edilecek. Camlar kırılacak. İnşallah aldanırız ama kanlar akacak."

Bildiler. . Olaylar Kabaklı gibilerin yazdıkları senaryoya uygun gelişti. Biliyorlardı. Çünkü önceden bildirilmişti kendilerine. Sabittir: Sağcılarda analiz yeteneği bulunmaz. Onlar “yazın” deneni yazarlar. Psikolojik savaşın hizmetindedirler. 1 Mayıs 1977 öncesinde sağcı basında çıkan yazılar provokasyonun en önemli kanıtlarından biriydi.

ÖNCESİ VAR

Provokasyon hazırlığı çok önceden başlamıştı. 1 Mayıs’tan üç ay önce, Şubat 1977’de Milliyet gazetesinin iki yazarı ilginç yazılara yer verdiler. Yazılarda, “Doğu Perinçek ve arkadaşlarının Toros dağlarında silahlı eğitim yaptıklarından ve Güneydoğu’da bir isyana hazırlandıklarından” söz ediliyordu. Doğu Perinçek ve arkadaşları güya, “gerginliğin sürdürülmesi ve asker müdahalesine elverişli bir ortamın yaratılması” şeklinde bir “strateji” izlemekteydiler. 15 Şubat tarihli Tercüman gazetesi aynı iddiaları tekrarlayan bir haber yayınladı. Bir süre sonra bu tür haberlerin kaynağı da ortaya çıktı. 25 Şubat tarihli Milliyet gazetesi İçişleri Bakanlığı’nın Bakanlar Kurulu’na sunduğu “Anarşi Raporu”na yer verdi. Raporda, devrimciler hakkında bol uydurma iddia vardı. Doğu Perinçek ve arkadaşlarının sözü edildiği türden hiçbir faaliyetleri yoktu. Haberin bu kadar uydurma oluşu tertipleri ele veriyordu. Söz konusu haberlerde “Güneydoğu’da bir isyandan” söz edilmişti. 1 Mayıs provokasyonundan sonra ise bazı gazeteler Taksim alanına, bazı komünist grupların “Kürt bayrağıyla gittiklerini” yazdı. Her iki bilginin de aslı astarı yoktu. Provokasyon ortamının oluşturulmasında Kürt sorunu da bir unsur olarak kullanılıyordu.

“MAOCU” HAYALETİ

DİSK o zaman Sovyetler Birliği’nden “devrim” bekleyenlerin elindeydi. Türkiye’yi Brejnevler için “zayıf halka” ilan etmişlerdi. Bilimsel sosyalistlere “Maocu Bozkurt” diye saldırıyorlardı...

Halkın Kurtuluşu, Halkın Birliği, Halkın Yolu 1970’lerde çıkan solcu dergilerdi. Bu dergileri çıkaranlar DİSK’i de elinde tutan Sovyet yanlılarına karşı çıkıyorlardı. Ancak o çizginin etkisinden de kurtulamıyorlardı. Üçü birden “Üçlü Blok” diye adlandırılıyordu. Kendi aralarında da farklılıklar vardı. Hesapsızlıkları, tekkecilikleri, dogmacılıkları, güç hesabı yapmayışları, daha önemlisi Türkiye devriminin ihtiyaçları konusundaki kavrayışsızlıkları ortak özellikleriydi. Maoculukla ilgileri yoktu. Ama DİSK’i elinde tutanlar tarafından “Maocu” diye tanımlanıyorlardı.

DİSK’i elinde tutan takım, 1 Mayıs 1977’de “Maocuları alana sokmayacaklarım” ilan ettiler. “Üçlü Blok” ise alana kendi pankartlarıyla geleceğini söyledi. Gerginlik tırmandırıldı.

Gerginlik, provokasyon uzmanlarının sermayesidir.

(...)

UYARILDILAR

Bilimsel sosyalistler provokasyonu önceden tahlil ettiler... “Üçlü Blok”un liderlerini ve taraftarlarını provokasyona karşı uyarmak için geniş bir seferberlik yapıldı. Mitinge ayrı pankartlarla katılmak yerine kitleler içinde katılmak gerektiği anlatıldı. En sonunda 30 Nisan 1997 günü Halkın Sesi ve o zaman aylık olarak çıkan Aydınlık dergisinin yöneticileri bir basın toplantısı yaptılar. Gelmekte olan provokasyona

ilişkin kanıtları açıkladılar, işçi sınıfını, halkı ve herkesi uyardılar.

Basın açıklamasında şunlar söyleniyordu:

“MC’nin ise her türlü provokasyon ve karışıklık ortamını kışkırttığı, böyle bir ortamdan yararlanarak işçi hareketini ezmek istediği, bu amaçla tertip ve tahriklerde bulunduğu açıktır. Öte yandan bazı sorumsuz unsurların, revizyonistlerin ve polisin tertiplerini kolaylaştırabilecek, bunlara zemin hazırlayacak, sonuçta MC’yi ve revizyonistleri güçlendirecek herhangi bir hareketiyle de ortak olmayacağımızı bütün halkımıza açıklamayı gerekli görüyoruz. 1 Mayıs’ta devrimci sorumluluk ve kararlılığa yaraşan bir tutum içinde olacağız. Bütün işçileri, devrimcileri ve yurtseverler provokasyonlara karşı uyanık olmaya ve muhtemel saldırılara karşı tavır almaya çağırıyoruz.”

(...)

Ancak ne DİSK yönetimi “Maocuları alana sokmayacağız" tutumundan vazgeçti, ne de Üçlü Blok bağımsız pankartlarıyla alana gelmekten. “Üçlü Blok”, DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in konuşmasının sonlarında Tarlabaşfndan Taksim alanına girmeye çalıştı. Provokatörler ilk silahı blokun içinden patlattılar. İşaret üzerine alanda kıyamet koptu. Provokatörlerin istediği olmuştu.

PROVOKASYONA ALET OLDULAR

Kontrgerilla’nın kitabında var, her tertip belirli bir ortam gerektirir. Provokasyonun senaryosu belli bir çelişme üzerine kurulur. 1 Mayıs 1977 provokasyonu DİSK yönetimiyle Üçlü Blok gerginliği zemininde gerçekleştirildi.

Olaydan önce ve sonra sağcı basın, Türkeş ve polis “Maocu- Leninci çatışması” yalanını bol bol ileri sürdü. Üçlü Blok, bombanın fitili rolünü oynadı. Olayları başlatan kıvılcım. Sonrasını provokatörler getirdi. Alanın her yerinden ateş açtılar, kitlelerin üzerine panzerleri sürdüler.

1 Mayıs 1977 katliamından sonra Halkın Kurtuluşu dergisini çıkaranlar korku ve panik içinde dergilerini de yüzüstü bırakıp kaçtılar. Daha sonra ortaya çıkıp, “biz gelmeseydik de provokasyon olacaktı” cinsinden savunmalar yaptılar, ilk ateşin kendi içlerinden yapıldığını gizlemek için, “Sular İdaresi üzerinden ateş açıldı” edebiyatına sarıldılar.

DİSK yönetiminin ve Üçlü Blok’un tertibe alet oluşu Demirel’in başında bulunduğu Milliyetçi Cephe iktidarına ve sağcı basına devrimcileri ve bütünüyle Sol’u suçlama fırsatı verdi.

YALANA DEVAM

Yalan çabuk çöktü. 1 Mayıs’ın ertesi gün çıkan gazeteler, adeta önceden hazırlanmış haberlerle çıktı. Hepsi “Maocu saldırıdan” söz ediyordu. Tuzak ona göre kurulmuştu. 1 Mayıs öncesinde yürütülen psikolojik savaş beyinleri dumura uğratmıştı. DİSK yöneticileri ve Üçlü Blok, provokatörlerin işini kolaylaştıracak açıklamalar yapmışlar, böyle davranış ve eylemlerde bulunmuşlardı. Tarafların yayınları bir çatışmanın mutlaka yaşanacağına dair işaretlerle doluydu. Katliam üzerine herkes, “Beklendiği gibi oldu” düşüncesine kolayca sürüklendi. Kontrgerilla yeni eylemleri için hem zemini uygun hale getirmiş, hem de kendini kolayca gizleyebilmişti. Cadı kazanının altına durmadan odun atılıyor, “Maocu-Leninci çatışması” edebiyatı gazete sayfalarını dolduruyordu. DİSK yöneticilerinden bazıları, Sovyet taraftarı birtakım politikacı ve yazarla Üçlü Blok’un şefleri de birbirlerini suçlama yarışı içinde Kontrgerilla’nın psikolojik savaşını güçlendirdiler. Alet olmaya devam ettiler.

Psikolojik savaşın zaafı şudur: Gerçek karşısında tutunamaz. Kısa bir süre sonra gerçekler ortaya çıkmaya başlayacak, sis dağılacak. Provokatörlerin adresleri ortaya çıkacak, arkalarında CİA’nın silüeti belirecekti.

“TARİHİN VE ŞAŞMAZ ADALETİN YARGISI”

Polis ve yargı 1 Mayıs 1977 katliamını soruşturmak konusunda rekor kırdı. Sürat rekoru. Bir alacak verecek davasını neredeyse asırlarca sürüncemede bırakan mekanizma, aniden ve adeta şaha kalkmış koşuyordu. Sürat her zaman kötü değildir. Süratle doğru sonuca da ulaşılabilir. 1 Mayıs 1977 olayına ilişkin soruşturma öyle değil. Hız, hızla örtmek için kullanıldı. İktidarda, Milliyetçi Cephe vardı. Seçim dönemine girildiği için, Adalet Bakanlığı koltuğunda “bağımsız” Zeyyat Baykara oturuyordu. Soruşturma için altı Cumhuriyet savcısı görevlendirildi. Savcılar iddianamelerini Mayıs ayı bitmeden tamamlayıp, davayı açtılar. Sanık sandalyesinde 98 kişi oturuyordu. Polis, 1 Mayıs katliamından kaçıp kurtulmaya çalışan insanları, alandan bile değil Dolmabahçe’den, Tophane’den toplayıp gözaltına almıştı. Yargı işte bu insanlara sanık rolü veriyordu. Savcılardan Muhittin Cenkdağ daha sonraları Hürriyet Muhabiri Gündüz İmşir’e,

"Hepsi kaçtılar, silahlılar yakalanır mı? Garibanlar yakalanır. Dolmabahçe meydanındakilşr, şuradakiler buradakiler yakalanıp getirildiler.”

Yaptıkları soruşturmanın yetersizliğini, “asli faillerin”, gerçek suçluların yakalanmamış olduğunu savcılarda biliyorlardı. Nitekim, adaletin tecellisini başka bir mahkemeye havale ediyorlardı.

İddianame şöyle diyordu: “Bu büyük ve kanlı facianın tertipçisi, uygulayıcısı yurt ve insanlık düşmanı olan bu asli failler er geç tespit edilecek ve tarihin ve şaşmaz adaletin önüne çıkarılıp hüküm giyeceklerdir.” Öte yandan savcılar heyeti, “Olay çıkarma anı çok iyi hesaplanmıştır” saptamasıyla tertibi tespit ettiklerini ortaya koymuşlar, bu çok önemli saptamayı tarihe mal etmişlerdir... Soruşturmanın ciddiyetsizliği bile, 1 Mayıs provokasyonunda devlet içindeki güçlerin yer aldığını göstermeye yetiyordu.

YALANIN YIKILIŞI

(...)

Hürriyet gazetesi 29 Haziran günü önemli bir raporun haberini yaptı. MİT, Genelkurmay İstihbarat Dairesi, Emniyet Genel Müdürlüğü, İstanbul Cumhuriyet Savcılığı, İstanbul Valiliği ve Emniyet Müdürlüğü, ayrıca İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin 1 Mayıs katliamına ilişkin olarak yaptıkları soruşturmaların sonuçlarını içeren raporlar Başbakan Ecevit’e sunulmuştu. Raporlar, ciddi hiçbir sonuca ulaşamamış, hiçbir sorumlu belirleyememişti! Devleti savunmaya, provokatörleri gizlemeye yönelik olduğu her satırından belli olan raporların, evet bu raporların bile, saptamak zorunda kaldığı önemli bir gerçek vardı. Şuydu: “İlk kurşun kimin tarafından atıldı? Bu kurşun fraksiyonlar arası çatışmayı körüklemek isteyen bir şahıs veya Ermeni veya Rum militan olabilir. Kitle paniği yaratarak birçok vatandaşımızın ölmesine sebep olacak herhangi bir DİSK yöneticisi veya bir başka fraksiyon elemanının düşünmek biraz zordur. Olay, meçhul bir şahsın Türkiye’de büyük bir olay çıkartma girişimi olarak değerlendirilebilir. Suçlu kimdir? Açıkça belli olan bir suçlu yoktur.”

Yalan yıkılmıştı.

Olayın bir “Maocu-Leninci kavgası” olmadığı devlet tarafından ve net olarak açıklanmış oluyordu. Birçok vatandaşın ölmesiyle sonuçlanan bu olayı bir fraksiyon elemanının yapması “düşünülemezdi” bile. Kontrgerilla’nın psikolojik savaş neferlerinin,

yani sağcı basının kalemşörlerinin maskesi devlet raporuyla da düşüyordu. (...)

PROVOKASYONLAR YUMAĞI

Türkiye’yi 12 Eylül askeri darbesi öncesinde gerçekleştirilen eylemlerden bazıları şöyle:

34 yurttaşın öldüğü 1 Mayıs 19777 katliamı,

Ecevit’e Çiğli suikasti,

Sivas’ta, Çorum’da Alevi-Sünni çatışmaları,

19-26 Aralık tarihleri arasında 111 yurttaşın katledildiği Kahramanmaraş provokasyonu,

Ankara Bahçelievler’de 7 TİP’linin hunharca katledilmesi,

Balgat vePiyangotepe katliamları,

Bedri Karafakioğlu’nun, Bedrettin Cömert’in, Doğan Öz’ün, Ümit Doğanay’ın, Cevat Yurdakul’un, Ümit Kaftancıoğlu’nun ve ötekilerin öldürülmesi,

Abdi İpekçi cinayeti...

“İstikrarsızlaştırma harekatı”, Kontrgerilla ve ClA’nın kitabında darbeye sürüklenecek yapılacak provokasyonların toplamına verilen isim.

Türkiye ikinci raundda teslim alındı.

12 Eylül 1980.

“Our Boys” yani “bizim oğlanlar” becerdi. CIA 12 Eylül’ü böyle selamladı.

Hikmet Çiçek

Silivri 1 Nolu Kapalı Cezaevi

ulusalkanal.com.tr

# halil berktay # 1 mayıs 1977 # Hasan Yalçın