Libya'da Türk'ün dramı! Stratejik sığlıkta boğulanlar

Soner Polat

Soner Polat

Köşe Yazısı

Anayasa gereğince TBMM’den tezkere bile geçmemişti. Ama emir büyük yerden geldi! Televizyonlar son dakika haberi ile çalkalanıyordu. Gemiler halatlarını çoktan fora etmişti. Türk harp gemileri- tam altı gemi- Libya’nın tuzlu ve sıcak sularına doğru son hızla ilerliyordu.

Daha birkaç gün önce sorumlu bir zat-ı muhterem kükremişti: “Libya’da ne işimiz var?” Ama emir demiri kesiyordu. Türk harp gemileri İtalyan Amiralin emrine verilmişti. Sancak gemisinin adı ise oldukça ilginçti: “Andrea Doria” Bizler, neler oluyor; “bu Haçlı donanmasını anımsatıyor” diye düşünürken, Sarkozy baklayı ağzından kaçıverdi: “Bu bir Haçlı seferidir!”

Libya’da Türk şirketleri önemli projelere imza atıyordu. Çok sayıda Türk vatandaşı ekmek kavgası için Libya çöllerine koşmuştu. Emperyalist müdahalenin bir amacı vardı: “Libya’nın doğal kaynaklarını yağmalamak ve uluslararası bankalardaki hesaplarına el koymak!”

Ne acıdır ki Mustafa Kemal’ler, Enver Paşa’lar Libya çöllerinde gönüllü olarak vatan kavgası verirken, 100 yıl sonra gelenler emperyalist Batı’nın kuyruğuna takılarak ulusal çıkarları savunduklarını sanıyorlardı!

Türk Hükümeti’nin yıldızları (!) hızını alamamıştı. Kendilerini tarihte emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili sanıyorlardı. Uluslararası kuralları devre dışı bırakacak zihni sinir projeleri art arda hayata geçiriliyordu. Dönemin Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nu dinleyelim: “Libya’nın dondurulmuş finansal değerlerinin Libya halkına verilmesi lazım. Bu konuda Türkiye olarak kendi yöntemlerimizi geliştirdik. Bu yöntemleri kullanmaya devam ederiz.”

Yaratıcılıkta sınır tanımayan AKP Hükümeti’nin bulduğu emsalsiz formülü Başbakan Yardımcısı Ali Babacan öylesine güzel açıklıyordu ki hayranlıktan (!) gözlerimiz büyüdü!

“Libya’daki Ulusal Geçiş Konseyi’ne üç ayrı 100 milyon dolar sözü verdik. Sayın Davutoğlu gittiğinde paranın çoğu dağıtılmıştı. Aslında hepsini birden istediler ama ben, ‘uçak düşer müşer’ diye vermedim. Çünkü yüz milyon dolar nakit yaklaşık 1100 kg. Önce on milyon dolar gönderdik, 100 kg. tutuyordu. Sonra üç kez 30’ar milyon dolarlık dilimleri burada teslim ettik.”

Büyük zaferin (!) mimarlarından Dışişleri Bakanlığımız da topa girdi. Sayın Sözcü Tanju Bilgiç’in ağzından bal damlıyordu: “Libya’nın yeniden imar ve inşasına, devlet kurumlarının kapasitelerinin geliştirilmesine destek sağladık!”

Olaylara dışarıdan bakıldığında ise akla Marx’ın yabancılaşma kavramı geliyordu. Marx, kapitalist üretim sisteminde işçinin emeğine, ürününe, topluma ve hatta kendisine yabancılaştığını ileri sürüyordu. Türkiye de tüm kurumları ile benzer bir yanılsama içine girmişti. Batı’nın çıkarlarını kendi çıkarları sanıyordu. Hâlbuki taşıdığı odunla Batı’nın körüklediği ateş kendisini de yakacaktı.

Hayaller iyi, hoş, güzeldi de, hayat gerçekler üzerine kuruluydu. Akıl fezada olabilirdi ama ayaklar yere basmalıydı. Barometre hızla düşmeye başladı. Fırtına kopmak üzereydi. Ama uzmanlarımız (!) zafer sarhoşluğu içinde kadeh tokuşturuyordu!

Biz görmek istemesek de yeryüzündeki gerçekler yerinde duruyordu. Televizyonlar son dakika haberleri geçmeye başladı. Şok, şok, şok! “Beyda kentinde olağanüstü toplanan Libya (Tobruk) Geçici Hükümeti Türk şirketlerini Libya’dan çıkarma kararı aldı!” Şok, şok, şok! Türk Dışişleri, Libya’daki vatandaşlarımıza “ülkeyi acele terk etmeleri!” talimatı veriyor…

Türkiye büyük bir esneklik (!) göstererek aktif dış politikadan, izleme politikasına geçti. Yine Sözcümüz Tanju Bilgiç’i dinleyelim: “Türkiye’nin ve vatandaşların anlaşmalardan ve sözleşmelerden kaynaklanan haklarının korunmasıyla, firmaların alacaklarının tahsili ve zararlarının tazmini konuları Libya makamları nezdinde izlenmeye devam edilecektir!”

Gemiyi, uçağı, kilogram hesabıyla parayı gönderen biz; petrolü, kaynakları yağmalayan onlar! Yeniden imar numaraları ile kendi şirketlerini Libya’ya sokan onlar; milyonlarca dolarlık kayıplarla ülkeden kovulan benim iş adamım, ekmeğinden olan, öldürülen, yaralanan benim vatandaşım!

Yanlış yerde, yanlış zamanda, yanlış işler yaparsanız, karşınıza ağır bir fatura çıkar. Paranızla rezil olduğunuz gibi, itibarınız da yerle bir olur. Libya’ya altı harp gemisi ile gittik ama sonuçta bizim ticaret gemimizi karadan ve havadan vurdular. Kaptanımız şehit oldu; yaralılarımız var!

TBMM’deki partilerden zaten ümidim yok! Ama yine de Türkiye’nin, TSK’nın, Türk devlet kurumlarının bir özeleştiri yapma zamanı gelmedi mi? Emperyalist ülkelerin dümen suyuna girerek duvara toslamaktan bıkmadık mı? Hâlâ bizi stratejik sığlıkları ile boğanların peşinden gidecek miyiz?

Amiral Soner Polat

ulusalkanal.com.tr

# libya # türk # da # ün # dramı # Stratejik