Suya dair hayaller

Kadim Ülker

Kadim Ülker

Köşe Yazısı

Sonbahar geldi geçti de ciddi bir yağmur yağmadı henüz. Yağışsız geçen sonbahar Avusturya’da normal seyrinde yaşanmadı. Sonbaharı bitirdik, kışa girdik. Aralık ayı da bizi terk etti, ocak ayını da yarıladık. Hala ne ciddi kar ne de yağmur var. Kar sesini duyduğum gün geçen yılın aralık ayının tam ikisiydi. Ameliyat sonrasında uyandırma odasında doktor bey yanıma geldi ve “kar yağıyor, dışarı bakın” dedi. Ben de kendisine “gözlüklerim gözümde değil, göremiyorum, karın yağışını tarif eder misiniz doktor bey” demiştim. Narkozun da etkisi olacak ki nasıl cevap verdiğini hatırlamıyorum. Doktor bey de sevinmişti.  Onun için de özel bir durummuş gibi ameliyattan yeni çıkmış bana  ilk  karın yağışını muştuluyordu. Ondan sonra da bir daha kar yağmadı. Ara sıra sadece yerleri ıslatan yağmur yağıyor.  Ocak ayının ortalarına geldik. Değişiklik yok, hava gri, biraz soğuk, biraz ilkbahar ılıklığı. Yağış yok. Bizleri susuzluk, kış  turizmini de zor günler bekliyor.  

İşte bu yağışsızlığı yaşadıkça aklıma Traunsee (Traun Gölü) geliyor.  Yukarı Avusturya eyaletinde bir  Salzkammergut adında bir bölge vardır. Bu bölge Avusturya’nın en güzel köşelerinden biridir. Vakit buldukça buraları gezmek, görmek isterim. Burada her defasında kendimi masal âleminde hissederim. Bölge gölleriyle, dolayısıyla suyu ile oldukça zengindir. Salzkammergut bölgesinde Altmünster adlı kasabada doğup büyümüş bir arkadaşımız bizi evlerine davet etmişti. Arkadaşımızın anne ve babası Traun Gölü kenarında kurulmuş bir Altmünster kasabasında ikamet etmekteydiler. Bahçeli, müstakil güzel bir evde emekliliklerinin tadını çıkarıyorlardı. Viyana’dan iki arkadaş gittik. İlk gün Salzkammergut’ta gezilebilecek yerleri gezmiş, akşam gölün kenarında olağanüstü görülen dağa çıkma planımızı konuştuk. Pırıl pırıl suyu ile göz kamaştıran Traunsee Gölünün bir kenarında tespih tanesi gibi dizilmiş yerleşim yerlerinden birisi de Altmünster kasabasıdır. Kasabanın diğer yakasında ise göle doksan derece dik yükselen Traunstein Dağı vardır.

Gölün suyu içme suyu kadar temiz görülüyordu, su soğuk mu, yoksa ılık mıydı bilmiyordum. Bildiğim ve gördüğüm tek şey, yaşlı, genç insanların hiç rahatsızlık duymadan gölde yüzdükleriydi. Henüz yirmi iki, yirmi üç yaşlarındaydım. Emekli hanım ve beylerin suya balıklama atladıklarına göre, ben de atlayabilirim diye düşünmüştüm. Suya balıklama atlama hatasına düşmüştüm bir kere. Suya girmemle çıkmam bir oldu. Göl ağustos ayında sanki hala kar ve buzdan beslenmektedir. Yazın sıcağında içmek için buzdolabında tutulan sudan daha soğuktu. İşte o andan sonra o zamanlar ekonomi okuyan arkadaşım Hans ile su ticaretine girelim demiştik. Hans Türkiye’ye gelmiş, Türkiye'nin, özellikle Ankara’nın su sorununu öğrenmişti.  Biz iki çulsuz aç tavuk misali Trauensee’den Türkiye’ye su borusu döşeme hayalini kurmaya başladık. Öyle hayaller kurduk ki, sanki birimiz Türkiye’nin, diğerimiz ise Avusturya’nın su işlerinden sorumlu bakanlarıydık.

Gezimizin ikinci gününde gölü ve suyu kutsarcasına dört arkadaş, göl ile adaş olan dağa çıkacaktık; Traun Gölü, Traunstein (Traun Kayası). Gölün güney cephesine varıp da, suyun kenarından dağa çıkmaya başladığımızda, dağın yapısının sahiden kayadan oluştuğu fark ediliyordu. Benim için ürkütücü bir tırmanma oldu. Bütün düşüncem su sorunu olan Ankara’nın su gereksinimine bu gölün nasıl bir çare olabileceğiydi. Buz gibi tertemiz su Ankara için ilaç olur diye düşünüp, arkadaşım Hans ile olmayacak hayaller kuruyordum. Bir de göle neredeyse doksan derece dik olan dağın yamacından aşağıya bakıp, bir ayak kaymasıyla kendimi biraz önce adeta kutsadığımız gölün bilmem kaç metre derinliklerinde bulacağımın korkusunu yaşıyordum. Bu korkuma tırmanma süresince okuduğum tabelalar tuz biber oluyorlardı. Her yüz adımda karşılaştığım tabelada, kimin hangi tarihte, kaç yaşındayken oradan aşağı düştüğü ve hayatını kaybettiği  yazılıydı. Arkadaşlarım çoktan arayı açmışlardı. Arkadaşlarımızdan ikisi yörede büyümüşlerdi. Kim bilir bu onların kaçıncı tırmanmalarıydı! Hans ise Viyanalı olmakla beraber, Alp Dağları Derneği üyesiydi ve yıllarca dağcılıkta deneyimliydi. Bir ben acemi çaylaktım. Herkesin kendi başına hareket etmeleri taa o zaman Avrupalının bireyciliğine örnek olmuştu. Gerçi yan yana yürümek, aşağıdaki suyun parıltısının ve çevrenin masalımsı güzelliğinin tadına birlikte varmak mümkün değildi. Ama yine de arkadan gelene dikkat edilebilirdi. Korkulu ve ürpertici duygularla ha düştüm ha düşeceğim düşüncesiyle saatler sonra zirvede arkadaşlarımı beni bekler buldum. Zirvenin ödülü yörenin en yüksek dağının tepesinden o masal âlemindeki coğrafi güzelliğin tadına varmak oldu. O gece orada kalıp, bir de kasaba ve köylerin geceki parıltısını izledik.  Ertesi gün ise başka bir yönden koşar adım aşağı inmiştik. Arkadaşımızın anne ve babası yemek hazırlamışlardı bize. Bu da başka bir ödüldü, bir ördek altı kişiye yetmemişti. Ama olsun, Traunsee’nin o kaliteli suyunu aratmayacak bir kaç bardak su içmek de yeterdi. Son olan bu deneyiminden sonra dostlarımdan birisinin sormuş olduğu “O dağın arkasında ne var da, iki de bir gidip geliyorsunuz” sorusuna onu ikna edici bir cevap veremediğimden dağ gezilerine son verdim. Ancak su ile ilgili hayalim baki kaldı. Nerede su sorunu ile haşır neşir olsam, Traun Gölü’nün suyunu hatırlarım. Önümüzdeki dönemde Avusturya’nın başta Traun olmak üzere göllerinde sadece su sorunu mu yaşanacak zamanla göreceğiz. Bu sene dağlar henüz beyaza bürünmedi. Ekonomisinin çok önemli bir bölümünü kış turizminden sağlayan ülke, kayak pistlerini şimdilik suni kar ile ayakta tutmaya çalışmakta. İşte mevsimlerinde yağmayan kar ve yağmur Traun Gölü’nü hatırlattı bana. 

# kadim ülker # ulusal kanal