Kemal Cem Yılmaz

Kemal Cem Yılmaz

Köşe Yazısı

Müzik diyarı Hannover-3

Plak ve gramofonun mucidi Emil Berliner 20 Mayıs 1851’de Yahudi bir ailenin dördüncü çocuğu olarak Hannover’de dünyaya geldi. Askerlikten kaçan Emil Berliner 19 yaşındayken babasının arkadaşı Nathan Gotthelf ile beraber Amerika’ya göç etti. 3 yıl Washington’da Gotthelf’in dükkanında çalıştıktan sonra New York’ta işçi olarak hayatını kazanmaya başladı. 1875’te Rus asıllı kimya mühendisi, ilk suni tatlandırıcı Sakarin’in kaşifi Constantin Fahlberg’in laboratuarında temizlikçi olarak işe başladı. Geceleri ise Cooper Union Yüksekokulu’nda elektronik alanında eğitim alıyordu. Azimli genç kendi evinde küçük bir laboratuar kurdu ve elektronik aletlerle deneyler yapmaya başladı. İlk icadı, Alexander Graham Bell’in telefon cihazı için bir mikrofon idi. Berliner bu icadını elli bin dolara Bell Telephone Company’ye sattı. Bell böylece dünyadaki ilk seri telefon üretimine başladı ve Berliner kazandığı parayla bağımsız bir mucit ve girişimci olmayı başardı.

1880’lerin başında Hannover’e dönüp kardeşi Joseph ile birlikte telefon parçaları üreten bir şirket kurdu. Asıl büyük icadı ise bir kaç yıl sonra yine Amerika’da gerçekleşti. 1887’de Berliner ilk plağı ve onunla birlikte plağı sese dönüştüren gramofon cihazını icat etti. 10 yıl önce Thomas Alva Edison tarafından icat edilen kayıt cihazının aksine, Berliner’in plaklarından istenildiği kadar kopya yapılabiliyordu. Yani ilk kez tek bir kayıttan sonsuzca kopya üretmek mümkün hale gelmişti. Artık sesler ve eserler bir yerde kayıt edilip bütün dünyaya yayılabiliyordu. Ses sanatını ve müzik dünyasını derinden etkileyecek tarihi bir dönüm noktası…

İLK PLAK ŞİRKETLERİ

Yazının Devamı

Şehrin kalbindeki opera

Atila Aydıntan dizisinde yüksek müzik eğitimindeki başarılarını anlattığım, kuşkusuz dünyadaki sayılı konservatuarlardan biri olan Hannover Müzik ve Tiyatro Yüksek Okulu; hem şehir ormanı Eilenriede’nin en batı noktasını, hem de Hannover merkezindeki prestijli Königstrasse’nin (Kral Sokağı) bir ucunu oluşturmaktadır. Kuzeydoğudan güneybatıya uzanan ve Hannover’in tam merkez noktasında Opera binasına kavuşan caddenin adı, operaya varmadan yüz metre önceki kavşaktan itibaren operanın önüne kadar Theaterstraße’ye (Tiyatro Sokağı) dönüşür.

Hannover’in müzik tiyatrosu kültürü 17. yy.a dayanıyor. 1689 yılından itibaren Leine Sarayının içindeki Kraliyet Saray Tiyatrosu’nda operalar sergilenmeye başlanmıştı. Avrupa’nın en güneyinden esen rüzgar kıtanın kuzeyini de sarmıştı. Günümüzde Kröpcke meydanında şehrin kalbini oluşturan bina ise 1845-1852 yılları arasında geç dönem klasik stilde eski çarşı semtinin doğu sınırında inşa edildi.

Kral Sokağı, adının Tiyatro Sokağına dönüştüğü kavşakta Laves Sokağı ile buluşur. Friedrich Laves yeni operanın mimarıdır. Laves sokağı ise güneydoğudan gelip Kral /Tiyatro sokağıyla buluştuğu noktadan itibaren kuzeybatıya doğru devam ederken Joachim adını alır. Hatırlıyorsunuz; Hannover Krallığının meşhur ve etkin başkemancısı ve Brahms’ın dostu ve destekçisi.

Yazının Devamı

Müzik Diyarı Hannover 1 - Joachim ve Brahms'ın Hannover'de karşılaşması

1853’te 19. yy.ın en önemli kemancılarından biri olan Joseph Joachim, Hannover’de henüz kariyerinin başlangıcındaki genç piyanist ve besteci Johannes Brahms ile tanışır. Batı Müzik Tarihine yön verecek derin bir dostluğun başlangıcıdır bu karşılaşma. Bir tarafta Brahms; daha tanınmayan deli dolu bir deha. Diğer tarafta Brahms’tan 2 yaş büyük Joachim; gencecik yaşta “Kralın Baş Kemancısı“ unvanını kazanmış ünlü bir keman virtüözü.

Birbirini bulmuşlar gibi. Tencere kapak. İkisi de aslına bakılırsa Alman Musiki Dünyası’nın iki ayrı ucunu temsil ediyordu. Bir tarafta Avusturya-Macaristan topraklarında doğup büyüyen Yahudi bir aileden gelen yetenekli ve son derece başarılı kemancı Joachim. Diğer tarafta, derin felsefi Alman ruhunu veya “Kuzeyli ruhu“nu romantik çağda sanatsal anlamda zirveye taşıyan Brahms.

Brahms ile tanıştıktan sonra Joachim Londra’da yaşayan kardeşine şöyle yazar:

Yazının Devamı

Nice Cem Yılmazlar var

Tatil yapmaya memlekete gitmişti. Gitmişken o zamana denk gelen Ulusal Piyano Yarışması’na katılayım dedi ve Eskişehir’e uğradı yol üstü. Yarışmada İdil Biret beğeniyle dinledi onu. Yarışmadan sonra Cem Yılmaz’ın önünün açılması ve onu Türkiye’deki musiki camiasıyla tanışması için referanslar yazdı:

“Cem Yılmaz çok kişilikli, olağanüstü kaliteleri olan bir piyanistimizdir. Her ele aldığı eseri derinlemesine araştıran, hakiki anlamda bir müzisyendir. Teknik rahatlığı da her tür repertuarda başarılı olmasını sağlamaktadır. Teknik özellikleriyle derin ve hakiki müzikaliteyi birleştirmiş olan genç ve parlak bir sanatçıdır. Cem Yılmaz’ı hararetle tavsiye ederim.”

Meşhur Azerbaycanlı piyanist ve Profesör Zöhrab Adigüzelzade’nin yanında, Fazıl Say’ın ve bir sürü birbirinden değerli Türk piyanistin de hocası olan Kamuran Gündemir de vardı jüride. Duygusal ve coşkulu tavırlarıyla bilinen rahmetli üstat, yarışmadan sonra herkesin duyabileceği biçimde daha henüz Cem Yılmaz’ın icrasının etkisi altındayken, biraz abartarak şöyle demişti:

Yazının Devamı

Dangır Dangır

Bir şarkı ve iki farklı versiyonu. Müzik Daniel Pongratz’a ait. Hoş olmuş. Eski solcu halkçı protesto şarkıları havasında. Sözleri beğenmedim, ama demokratik tartışma kültürünü ve orijinalde adeta kutlanan sanat özgürlüğü ilkesini çok ciddiye alarak şarkının yeni versiyonunu yaptım.

Orijinali bu:

Tamamıyla bir spekülasyon

Yazının Devamı

Atila Aydıntan-5

Bugün Atila Aydıntan dizisinin son bölümünü sunuyorum. Atila Aydıntan, sadece bir keman dehası ve Avrupa’nın müzik kültürünü derinden etkileyen önemli bir müzik eğitmeni değildi; 45 yıllık yoldaşı Prof Lutz Köhler’in de tespit ettiği gibi, Aydıntan her şeyden önce bir aile insanıydı. Sadakatli ve fedakar bir eş, keman ve eğitmenlik kariyerini sürdürürken, evlatlarına da tam anlamıyla babalığın hakkını vermiş bir ebeveyndi. İnce ruhlu, dürüstlükten asla taviz vermeyen, yüksek ülkülere sahip bir baba. Çocuklarını kendi yeteneklerine ve ilgi alanlarına uygun destekledi.

Keman eğitmeni olarak on yılların tecrübesiyle kendine has bir teknik çalışma sistemi geliştirdi. Her öğrencinin özel fiziki yapısını dikkate alarak teknik mükemmelliğe götüren bir sürü alıştırma ve çalışma yazdı. Bir kitap şeklinde yayınlanmış olmasa da, onun fiilen oluşturduğu Aydıntan keman metodu ve sistematikleştirip yazdığı alıştırmalar aralarında dünyaca meşhur keman profesörleri de olan öğrencileri tarafından bugüne dek uygulanmaktadır ve yeni nesil kemancılara aktarılmaktadır.

MADDİ SIKINTILAR

Yazının Devamı

Atila Aydıntan - 4

Hannover Yüksek Müzik ve Tiyatro Okulu’nda okuduğum dönem okul orkestrasının konserleri en güzel ve etkileyici hatıralarım arasındadır. Konserlerden önce provaları da dinlemeyi çok severdim ve oldukça sistematik ve sıkı bir ön grup çalışmasının ve yoğun toplu orkestra provalarının ardından genç öğrenci orkestrasının ne kadar olağanüstü bir seviyeye ulaşabildiğine şahit oldum. Orkestra’nın şefi ve okulun şeflik bölümü başkanı Lutz Köhler yönetiminde sayısızca dünya çapındaki müzisyen - aralarında bir sürü meşhur solist de dahil olmak üzere - orkestra sanatını ve geleneğini en büyük ciddiyetle en derinlemesine benimsedi. Tüm dünyadaki müzik camiasında takdir edilen profesyonel müzik eğitimi alanındaki bu başarının altında, Hannover’den sonra Berlin Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde şeflik bölümü başkanı olan Köhler’le birlikte Atila Aydıntan’ın da imzası var. Orkestranın omurgasını oluşturan keman grubunu o hazırlıyordu ve böylece öğrenci orkestrasının zaman zaman en meşhur orkestralarla kafa tutacak seviyeye gelebilmesinde çok önemli katkıları olmuştu.

‘ATİLA VE BEN’

Lutz Köhler’in yaklaşık yarım asırlık meslektaşı ve dostu Atila Aydıntan hakkındaki son sözlerini aktarıyorum:

Yazının Devamı

Atila Aydıntan: Avrupalıların Kalbine Giren Bir Türk

“Aslında, Atila Aydıntan hakkında çok fazla şey bilmiyorum. Özel hayatın, üniversitede yeri yoktu. Çalışmalarının yörüngesine ait değildi. Konser sanatçılığını erken sonlandırmasına sebep olan sağlığıyla ilgili kader anları da hiç bir zaman konu olmamıştı. O, kendine ait kararlılıkla, kırılmadan, gücünü eğitmeye adadı.

İnternette Atila Aydıntan'dan binlerce kez bahsediliyor, ama orda da fazla bir şey öğrenilemiyor hakkında. Bilgiler daha çok fazlasıyla öğrencileri hakkında ve kendisiyle de ilgili sadece satır aralarında bahsediliyor. Her konserin (Käthe teyzenin Winterthur kasabasındaki dahil olmak üzere) medya tarafından büyük bir uluslararası etkinliğe şişirildiği bir zamanda; nasıl bir anakronizm. Nasıl bir iyilik. Bir müzisyen, bir eğitmen ve her şeyden önce büyük bir başarı ve kalıcılık ile ömür boyu etkin olan bir insan. Ve o bunları hiç sergilemedi; hiç gösteriş yapmadan işinin konuşmasına izin verdi.

Son yolculuğunda ona sayısız eski öğrencisi eşlik etti, hepsi de en derin üzüntü içindeydi. Onlar sadece eski keman hocalarını kaybetmemişti, aynı zamanda asıl değeri her bir öğrencinin daha sonraki bireysel meslek hayatında ortaya çıkan yoldaşlarını kaybetmişlerdi. Sanatsal olarak dik başlı, kararlı ve temelden sistematik bir şekilde çalışma yeteneğinin, o her bir bireyin çok özel yeteneğini duyabilme kabiliyetiyle eşleşmesi, olağanüstüydü. Kendisine has insani sıcaklığıyla her bir öğrenciye, zaman zaman oldukça sıra dışı yolunda eşlik etti.

Yazının Devamı

Atila Aydıntan-2 Avrupa'ya atılan zor adım

Ortaokul 1’de iken Atila Aydıntan’a Meclis kararıyla Harika Çocuklar Yasası kapsamında yurt dışında okuması için burs verilmişti. Ancak bir değişiklik getirilmişti uygulamaya. Daha önce İdil Biret ve Suna Kan’da olduğu gibi, anne ve babaların da evlatlarıyla birlikte Avrupa’da yaşamlarını karşılayacak şekilde verilmedi burs. Dolayısıyla gencecik yaştaki keman dehasının, maddi imkanları olmayan ailesini Türkiye’de bırakıp kendi başına Avrupa’ya gitmesi gerekiyordu. Bu, aile bağları sımsıkı olan Aydıntan ailesi için söz konusu bile olamazdı ve böylece ne yazık ki, Harika Çocuklar Yasası Atila Aydıntan’ın eğitimine yaramadı.

Aydıntan 15 yaşına geldiğinde; onu fedakarca yetiştiren İzzet Bey, öğrencisine artık keman konusunda daha fazla faydalı olamayacağı kanaatine varmıştı. O zamanlar Belçikalı keman eğitmeni Guille İgly gelmişti Ankara’ya ve büyük memnuniyetle Atila Aydıntan’ı öğrenci olarak kabul etti.

HIZLI İLERLEME

Yazının Devamı

Atila Aydıntan: Bir Keman Virtüözü

Avrupa’dan ve Eski Sovyetler Birliği’nden Türkiye’ye gelip müzik eğitmeni olarak önemli işler yapmış, birbirinden değerli piyanist ve kemancılar yetiştirmiş, Türkiye’deki çok sesli müzik kültürüne damgasını vurmuş nice değerli hocalar vardır.

Önümüzdeki haftalardaki yazılarımda bunun tam tersini anlatan - yakın geçmişe ait olsa da - neredeyse tamamen unutulmuş ilginç bir yaşam öyküsünü kaleme alacağım.

Van’da başlayan, daha sonra İstanbul, Edirne, Aydın ve Ankara’dan sonra Avrupa’da, Brüksel’de ve Hannover’de devam eden bir Türk-Alman müzik ailesinin sıra dışı hikayesi bu.

Yazının Devamı

Halkların koparılma yanılgısı

Deniz kenarında yalnız otururken. Bir göz kırpması - saatler geçmiş. Deniz durmadan anlatırken eller kumu tarıyor. Kum tanecikleri ve taşlar parmakların arasında süzülürken, yaratılışın sonsuzluğu ve tükenmez çeşitliliği bir insan avucunun içine dolup akıyor. Toprak, gök ve deniz eşiğinde güneşin ısısıyla dünya ile sevişir gibi hal...

Bir buluşum. Kendi içinde bitmeyen ayrı ayrı dünyaların bir anlık kaynaşımı: bütünlük. Ve onu duyabilen insan. O insan bütünleşir o anda var olmanın, yaşamanın ta kendisiyle. Zamanlar üstü bir akış sarıverir onu, bir tutkuya dönüşür ve bir daha bırakmaz onu...

Yazının Devamı

Halkların koparılma yanılgısı

Deniz kenarında yalnız otururken. Bir göz kırpması - saatler geçmiş. Deniz durmadan anlatırken eller kumu tarıyor. Kum tanecikleri ve taşlar parmakların arasında süzülürken, yaratılışın sonsuzluğu ve tükenmez çeşitliliği bir insan avucunun içine dolup akıyor. Toprak, gök ve deniz eşiğinde güneşin ısısıyla dünya ile sevişir gibi hal...

Bir buluşum. Kendi içinde bitmeyen ayrı ayrı dünyaların bir anlık kaynaşımı: bütünlük. Ve onu duyabilen insan. O insan bütünleşir o anda var olmanın, yaşamanın ta kendisiyle. Zamanlar üstü bir akış sarıverir onu, bir tutkuya dönüşür ve bir daha bırakmaz onu...

Bazen de insanlar göremez olurlar. Yaşadıkları zamana, çevreye ve koşullara aykırı olduğu için göz önünde duranı dahi göremez hale gelirler. Korkanlar olabilir, bildikleri ve bağlı oldukları her şeyin bir anda sarsılabileceğini hissettikleri an, görebilseler dahi, bilinçli olarak görmekten vazgeçerler. Görmezden gelenler görmeden giderler. Ve gittikleri yol, hangi yol olursa olsun, er ya da geç tıkanmaya mahkûm kalır…

Yazının Devamı