Türk'ün en acıklı günleri ya da içeriden ve arkadan sıkılan kurşunlar! Bir emekli amiralin nefes kesen gözlemleri…

Soner Polat

Soner Polat

Köşe Yazısı

Bir ülkede hem kurumların hem ordunun hem de yurttaşların en önemli ve en öncelikli görevi, devletin varlığını devam ettirmektir. Çünkü devletler geçmişten gelip geleceğe uzanan varlıklardır. Tarihsel kökleri olduğu gibi geleceği kucaklayan dinamikleri vardır. Ülkede yaşayan vatandaşların ve ülkeyi yönetenlerin hem o ülkenin kurucu atalarına hem de gelecek nesillere karşı yazılı olmayan sorumlulukları vardır. Herhangi bir ülkede sözde değil özde bir devlet varsa, bu sorumluluk duygusu ve bilinci yazılı anayasalardan bile daha etkili bir nitelik kazanır.

Devletin varlığının devam ettirme azim ve iradesinin en büyük göstergesi, o ülkedeki kurumların ve vatandaşların devletin ulusal çıkarlarına olan bağlılığı ve bu çıkarları savunma konusundaki kararlılığıdır. Ulusal çıkarlar art arda tekmelenirken sessiz kalan bir toplum, devleti gelecek nesillere taşıma sorumluluğunun ağırlığını taşıyacak niteliklere sahip değildir. Bir Fetret Devri yaşanıyorsa ve bu aymazlıklar konjonktürel ve geçici ise bu körlük bir kerteye kadar mazur görülebilir. Ama bu kayıtsızlık genel ve devamlı bir nitelik kazanmışsa, o devlet hastadır ve yaşam süresi için sadece çeşitli tahminler yapılabilir.

Yaşadığı tecrübeleri dostları ile paylaşan onurlu bir emekli amiralin söylediklerine dikkatle ve nefeslerimizi tutarak kulak kabartalım.

Kardak krizinden hemen sonra 1996 Ağustos Şurasında, Tümamiral Rütbesine terfi ettim ve Genelkurmay Yunanistan-Kıbrıs Daire Başkanlığına "kurucu başkan" olarak atandım.

Bugün hepsini hayranlık ve takdirle andığım çalışma arkadaşlarımla birlikte, Ege ve Kıbrıs sorunlarında o dönemde yaşanan güncel gelişmeler nedeniyle yapılanlardan aklımda kalanlardan bir demeti aşağıda sizlerle paylaşıyorum:

1. Önce Genelkurmay içinde, bu konulardaki gündeme süratle hâkim olduk,

2. Ege’de, "Anlaşmalarla Yunanistan'a Devredilmemiş Coğrafi Formasyonlar" tezinin hukuki ve siyasi zeminini oluşturmaya çok büyük katkı sağladık.

3. Başta NATO olmak üzere, uluslararası forumlarda "Türk Tezi" ısrarla ve ikna edici olarak anlatılarak, “Ege’de bilinen karasuları dışında Türk hükümranlık alanı yoktur algısı”, büyük ölçüde değiştirildi.

4. Türkiye'nin Kardak krizinden sonra hak iddia ettiği coğrafi formasyonlarda, bu krizden önce var olan Yunanistan'a ait bazı maddi objeler ile ilgili öneriler/tedbirler sunmamıza rağmen, bunların Yunanistan için hükümranlık anlamına gelmeyeceğini tezinin siyasi ve hukuki olarak işlenmesi ilkesi, Hükümet tarafından benimsendi.

5. Benim görev yaptığım dönemde, Yunanistan birkaç cılız girişimi dışında varlık alametlerini (liman, depo, tesis, fener, üs vb. yapma gibi S.P.) köklü olarak artıracak bir çaba içinde de bulunamadı.

6. Kardak sonrasında Türkiye'nin ısrarla savunduğu bu tez sayesinde, söz konusu coğrafi formasyonlar ve bunların yarattığı karasuları, ekonomik bölge, kıta sahanlığı gibi Yunanistan'a ait olduğu bilinegelen hükümranlık alanları en azından, "tartışmalı" hale gelmiştir.

7. Genelkurmay Yunanistan-Kıbrıs Daire Başkanı'na, KKTC Cumhurbaşkanı Askeri Baş Danışmanı görevi de verilmiştir. Bu görev sayesinde KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş ile çok yakın çalışmak şerefini yaşayıp, kendisi ile birlikte, Troutbeck (ABD) ve Glion (İsviçre)' de yapılan Toplumlararası görüşmelere katıldım.

8. Aynı dönemde, Yunanistan'ın Türkiye'nin reaksiyonunu ölçmek için Baf Hava Üssüne kaydırdığı 2F-16 uçağının haberinin alınması üzerine, aynı gün öğlen saatlerinde Bulgaristan'a gitmek üzere olan Başbakan Mesut Yılmaz Havaalanında, Dışişleri Bakanlığı ile koordine ettiğimiz, ultimatom ağırlığında bir demarşta bulundu. Hemen arkasından Hava Kuvvetlerimiz, yarım filo F-16'yı aynı anda havalandırarak, tüm Kıbrıs'ı Kuzey’den Güney’e ses hızını aşarak kat ettikten sonra, KKTC'ye iniş yaptırdı. Yunan uçakları bu reaksiyondan sonra hemen havalanarak ülkelerine geri döndüler. Türk F-16'lar ise halkın ziyaretine açıldı. İki gün sonra döndüklerinde, Türkiye'nin kararlılık gösterisi ve KKTC halkı üzerine yarattıkları olumlu etki müthişti.

9. Yine aynı dönemde, GYRY, Rusya'ya S-300 orta menzil hava savunma füzesi siparişi verdi. Dışişleri ile koordineli olarak başlattığımız çok yoğun askeri/diplomatik zorlayıcı girişimlerle, S-300'lerin Kıbrıs'a konuşu engellendi. Yunanistan bunları önce Ege'de konuşlandırmayı denedi. Buna karşı her türlü engelleyici tedbirin kararlılıkla uygulanacağı kapalı müzakerelerde tarafımızdan ifade edildiğinde, Yunanistan S-300'leri Girit'e konuşlandırmak zorunda kaldı.

Yeni kurulmuş bir Daire olmamıza rağmen arkadaşlarım sayesinde harika görevler yaptık. İçimde ukde olan tek husus ise, bir it dalaşında Ege'de düşen ve bir pilotumuzun şehit olduğu olayda, uçağımızın Yunan Pilot tarafından düşürüldüğüne dair ısrarlı kanaatimizi komuta katına kabul ettirememektir. Görevden ayrıldıktan sonra, kanaatimizi kesinleştiren verilere ulaşıldığını öğrenmeme rağmen hangi nedenler ile bu konunun üzerine gidilmediğini bilmiyorum.

Bunları neden mi uzun uzun yazıyorum...

Ben görevi teslim ettikten sonra, bu Daire; Deniz Kuvvetlerinin Genel Kurmay Başkanlığında en güçlü olarak temsil edildiği, en elit subaylarının ve seçkin Amirallerinin görev yaptığı, müthiş bir etki merkezi olarak görev yaptı.

Sonra, her ne hikmetse, bu efsane Daire süratle tasfiye edilmeye başlandı.

Daire düzeyinden "Şube" düzeyine indirildi. Amiral olan Daire Başkanı kadrosu önce, Denizci Albay'a daha sonra da, her üç kuvvetin atanabileceği albay kadrosuna indirildi. Son durumu ise bilmiyorum.

Bununla da yetinilmedi...

Bu Daire'de Başkan olarak görev yapan çok değerli Amiral arkadaşlarımın neredeyse tamamına yakını hepimizin bildiği ahlak dışı "Kumpas Davaları"na dâhil edilerek, "ödüllendirildiler". Meslektekiler bu davalar bahane edilerek tasfiye edildiler.

Ben ise, Kumpas Davalarının kurgulandığı tarihlerden çok önce, bir de istifa edip meslekten ayrıldığım için, bu dava formatları bana uymadığından, Yunanistan-Kıbrıs Dairesini kurup yönettiğim 1996-98 yılları arasında 28 Şubat süreci yaşandığından, beni de bu davaya dâhil ederek ödüllendirmiş oldular...

Yıllar sonra, Egemen Bağış adında bir şahsın daha Bakan olmadığı günlerde, bir toplantıda Kardak Adasını kastederek; "Sinek pisliği kadar bir kayalık için bu ülkeyi neredeyse Yunanistan ile savaşa sokacaklardı" demesinden sonra söz alarak ona verdiğim cevaptan sonra, "Ben bunları bilmiyordum" diyebilmiştir.

Aşağıdaki yazıyı okuyacak olanlar, bizlerden sonra, Yunanistan'ın Ege'de nasıl hükümranlık simgelerini artırdığını ibretle gözlemleyeceklerdir.

Nereden, nereye...

Paylaşmak, tarihe bir not düşmek istedim

Bu vesile ile Yunanistan-Kıbrıs Dairesi'nin tüm çalışanlarına en içten selamlarımı gönderiyorum

Yaptığı çalışmalarla Deniz Kuvvetlerinde iz bırakan, fikri derinliği ve entelektüel kapasitesi çok yüksek olan hepimizin örnek aldığı Emekli Tümamiral Mustafa Özbey işte bunları yazmış. Bir dönemi küçük küçük kesitlerle bizlere yaşatırken, genel çerçeveyi de bilgece ortaya koyuyor. Aslında söylediklerini Türk Milleti olarak bir vasiyet olarak görmeliyiz…

Hasdal’da küçücük kovuşu paylaştığım Amiral Semih Çetin de bu dairenin başkanlığını yapmıştı. Öylesine çarpıcı olaylara tanık olmuştu ki ülkenin hayati çıkarlarının, ancak nitelikli, gözü kara ve cesur insanlarla savunulabileceği sonucuna ulaşmıştık. Ege’yi, Akdeniz’i ve Kıbrıs’ı hem iç hem dış mihraklara karşı, ailesini bile göz ardı ederek ve de tüm kariyerini ortaya koyarak cansiperane savunan bu yiğit amiral de pusuya düşürüldü. Hepimizden 4 ay fazla cezaevinde kaldı. Amiral Çetin bu dönemde “Balyoz Şeref Madalyası” alarak onur kazandığını söylüyor!

Emekli Koramiral Kadir Sağdıç’dan Ege ve de özellikle Kıbrıs meselelerini dinlerseniz, inanın gözleriniz yaşarır. Ne büyük mücadeleler vermişler… Kellesini orta yere koyan ve yüreğini yumruk yapan bu yurtsever Amiralimiz de Balyoz yetmezmiş gibi Kafes/Poyrazköy skandalında iki kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası talebiyle yargılandı!

Türk Milleti, darbe (!) paranoyası içine giren veya öyle görünmek isteyen TBMM’deki siyasi partilerin yapısı nedeniyle bu tertip davalarda şerefli ve yurtsever amirallerin değil, aslında kendi hayati çıkarlarının yargılandığını bir türlü anlayamadı, anlayamıyor… Acaba ileride anlayabilecek mi?

Şimdi yeni döneme göre konum alan tüm yetkililere soruyoruz.

Amiral düzeyindeki Türk-Yunan Daire Başkanlığı’nı niçin kapatıp Albay düzeyindeki Şube Müdürlüğü seviyesine düşürdünüz?

Ege, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta son yaşanan gelişmeler, aslında değil kapatmak, bu Daire’nin daha da büyütülmesini gerektirmiyor mu?

Bir amiralin böyle bir görevde bulunmasının ne gibi mahsurları olabilir?

Ortaya attığım ve cevabını henüz bulamadığım son bir soru ile yazımıza nokta koyalım: Mustafa Özbey, Kadir Sağdıç, Semih Çetin” gibi amiraller yetiştirip bu gibi dairelerin başına geçiremezsek, Kıbrıs, Ege ve Doğu Akdeniz’deki hak ve çıkarlarımızı savunabilir miyiz? Ve bu süreç daha kaç yıl sürecek?

Amiral Soner Polat

ulusalkanal.com.tr

# nefes # emekli # türk # da # Bir # YA # ün # kesen # gözlemleri # günleri # içeriden # arkadan # sıkılan