Uludere “kaçınılmaz hata” bahanesiyle örtülemez

Yazarı Olmayan Makaleler

Yazarı Olmayan Makaleler

İyi akşamlar sevgili izleyiciler. Dün akşam sizlere savcı Zekeriya Öz ile ilgili haberlere dayalı bir değerlendirme yaparken “Hiç şaşmaz, yarın mutlaka Öz’ün diğer turistik gezileri de medyaya, tabii yandaşların Erdoğan tarafındaki medyaya düşeceğini söylemiştim. İşte bugün baktım Dubai tatili unutulmuş yerine diğer tatiller, lüks oteller ve harcamalar gelmiş.

Şunu hemen söyleyeyim, böyle bir savcıyı savunmak elbette mümkün değildir. Ama bu savcıya yapılanlardan şunu da anlıyoruz ki bence önemli olan da budur, devlet gücünü elinde tutanlar istedikleri anda istedikleri kişiyi karalayıp yerin dibine sokabiliyor.

Bakın, şu Dubai olayı ne garip değil mi? Önce Savcı Öz’ün adı verilmeden “yılda 22 kere yurtdışına giden savcı” açıklaması yapılıyor. Yapan da Başbakan, yabana atılacak isim değil. Ama o nedense bu savcının kimliğini açıklamıyor.

Ertesi gün yandaşların Erdoğan takımı savcıyı afişe ediyor, bu kişinin Zekeriya Öz olduğunu ilan ediyor. Bununla yetinmiyor ve Dubai’de yapılan harcamaların dökümünü gösteren faturalar yayınlıyor. Aynı gün savcı bir açıklama yaparak hesabın yazıldığı gibi 37 bin dolar değil sadece 4.500 dolar olduğunu bildiriyor ve ekliyor “Bu faturaları kendim ödedim.” Sanki bir savcı için 4 bin 500 dolar az paraymış gibi ki, o da işin başka tarafı.

İşe bakın ki bu açıklamadan birkaç saat sonra milyarder müteahhit Ali Ağaoğlu, ki o müteahhit savcı Öz’ün başlattığı yolsuzluk operasyonunda gözaltına alınıp adli takibatla serbest bırakılmıştı, diyor ki “savcı beyin faturasını biz ödedik.” Biz dediği Ağaoğlu’nun Dubai’deki ofisi.

Savcının itibarı yerle bir olurken, durun bir parantez açayım, savcının itibarının böyle yok edilmesi elbette üzücü bir durum, ama etme bulma dünyası, aynı savcı o kadar insanın itibarını yok etti, onurlarıyla oynadı, kirletti ki, insan bazen “eeee beter ol” demekten de kendini alamıyor, neyse biz yine konumuza dönelim, ne diyordum savcının itibarı yerle bir olurken kafalar da karıştı bu arada. Çünkü yandaşların Erdoğan kanadının medyasında yayınlanan faturalarda gariplik vardı. Bütün faturalar İngilizce ama her nasılsa tarih Türkçe. Belli ki, daha önce kullandıkları şebekenin yapmaya çalıştığı gibi sahte belge hazırlamak istemişler ama yüzlerine gözlerine bulaştırmışlar. Şimdi sanıyorum o şebeke güzel bir sahte belge hazırlayıp Erdoğancıları vurur.

Bu arada Ali Ağaoğlu’nun durumunu da merak ediyorum. Nedense o pek konuşulmuyor. Ağaoğlu birincisi bir tür rüşvet verdiğini ilan etti. Böylelikle aslında kendisi ile ilgili suç duyurusunda bulundu. Ama daha sonra yapılan açıklamalarla aslında yalan beyanda bulunduğu da ortaya çıktı. Ağaoğlu Öz’ün faturasını ödediğini açıkladı ama bunun kaç lira olduğunu söylemedi, ayrıca yaptığı ödemenin dekontunu da göstermedi. Belli ki Ali Ağaoğlu’na iktidar kanadı “Çık bunu söyle biz seni koruruz” dedi. O da attı kendini ortaya. Ama hiç merak etmeyin, bir süre sonra bunun bedelini ödemek zorunda kalabilir.

Tabii şu anda kum çuvalına döndürülen Zekeriya Öz de boş durmuyor. Bugün bir basın açıklaması yaptı. Başbakan Erdoğan’ın iki yüksek yargı mensubu aracılığı ile kendisine haber gönderdiğini “operasyonları bitir, yoksa senin için iyi olmayacak, bedelini ödersin” diyerek tehdit ettiğini ileri sürdü. Bunlar sıradan iddialar değildir, bir Başbakan gerçekten bir savcıyı “sonun iyi olmaz” diye tehdit ediyorsa varın anlayın artık normal insanların başlarına neler gelmez ki.

Neyse sevgili izleyiciler, bu çirkin konuları daha fazla uzatmanın alemi yok. Bugünün gündeminde çok önemli başka gelişmeler var.

Örneğin hükümet HSYK’yı yeniden düzenlemek için kolları sıvadı ve bu konudaki yasa tasarısını yıldırım hızıyla meclis komisyonuna gönderdi. Oradan da yine jet hızıyla çıkıp Meclis Genel Kurulu’na gelecektir.

Şimdi bu HSYK konusu çok önemli. Çükü hükümet 12 Eylül referandumuna giderken Anayasa’da yaptığı HSYK değişikliğini demokrasi için atılmış çok büyük bir adım olarak nitelemişti. Bütün itirazlara rağmen hükümet, hükümetin paralel devlet olarak suçladığı şebeke ve “yetmez ama evetçi” eski Marksist komünist dönek güruh cansiperane bir şekilde bunu desteklemiş ve buna karşı çıkanları da “askeri vesayetin devamını isteyen darbeciler” olarak suçlamıştı.

Şimdi aynı adamlar kalkmışlar HSYK’yı değiştirdikleri eski halinden bile beter hale getirmeye çalışıyor ve hiç utanmadan da bunu savunuyor. Bakın hükümetin getirmek istediği yeni HSYK yapılanmasında ne oluyor?

Teftiş Kurulu Başkanı, Başkan Yardımcıları ve genel sekreter yardımcılarını atamak, yönetmelik çıkarmak ve genelge düzenlemek, dairelerden birine gelen ve olağan çalışmalar ile karşılanamayacak oranda artan işlerden bir kısmını diğer bir daireye vermek ve Kurul üyeleri hakkındaki suç soruşturması ile disiplin soruşturma ve kovuşturma işlemlerini yürütmek ve bu konuda gerekli kararları vermek yetkisi Adalet Bakanı’na veriliyor.

Kısacası neredeyse HSYK tamamen ortadan kaldırılıyor ve yargıda tek yetkili Adalet Bakanı oluyor. Bir de çok güzel numara bulmuşlar; diyorlar ki “Madem yargı millet adına karar veriyor, o halde HSYK üyelerini de millet seçsin, tabii temsili demokrasimiz olduğu için bu seçimi millet adına Türkiye Büyük Millet Meclisi yapsın, en demokratik olanı budur.” Güzeeeel, geçen akşam da anlatmıştım, fikir iyi de, seçim salt çoğunlukla değil ya üçte iki çoğunlukla hatta o da yetmez nitelikli çoğunluk olan 411 oyla seçilsin o zaman. Acaba hükümet buna var mı? Mümkün mü böyle bir şey. O zaman istediklerini HSYK üyesi yapamazlar ki. Gerçi yine de bir şey fark etmez, çünkü kim seçilirse seçilsin, sonuçta tek yetkili Adalet Bakanı olunca bir şey fark etmeyecek.

İşte sevgili izleyiciler, iktidarın demokrasi anlayışı bu. “Benim dediğimi yaparsan, bana uyarsan, benim istediklerimi göreve getirirsen demokratsın, yoksa darbecisin, statükocusun, şusun busun.”

En komik olan da, yandaşlar HSYK’nın cemaatin eline geçtiğini ileri sürerek “Bunun sorumlusu CHP’dir” diyor. Niyeymiş? Efendim, hükümetin istediği HSYK seçimlerinde her hakim ve savcının tek kişiye oy vermesiymiş, ama CHP Anayasa Mahkemesi’ne giderek bunu iptal ettirmiş, böylece blok listelere oy verme şansı çıkmış, cemaat de bundan yararlanıp kendi listesini seçtirmiş ve HSYK’yı ele geçirmiş.

Bu doğru olabilir mi? Evet olabilir, bu yolla cemaat tek tek isimleri empoze etmek yerine blok listeyi dayadı herkesin önüne, istersen oy verme, başına iş açılacak nasıl olsa, böylece o liste aynen seçilip HSYK’ya kuruldu. Ama bugün bu eleştiriyi yapan o şaşkın yandaşların hiçbiri o gün böyle bir uyarıda bulunmadı. “Bu tür oylama yapılırsa cemaat HSYK’yı ele geçirir” falan demedi. Tam tersine o blok liste seçimi kazanıp da HSYK cemaate bağlanınca neredeyse zil takıp oynayacaklardı.

Geçelim.

Sevgili izleyiciler, bugün AKP sözcüsü Hüseyin Çelik de konuştu. Çok ilginç ve önemli bir konuşmaydı. Çünkü Çelik yolsuzluklara, operasyonlara, hükümetin polis ve yargıyı hallaç pamuğu gibi atmasına hiç değinmeden, bu olaylar nedeniyle gündeme gelen Ergenekon ve Balyoz davalarının yeniden görülmesi konusuna şiddetle karşı çıkan bir konuşma yaptı.

Hüseyin Çelik, AKP’nin sözcüsüdür ama herkes bilir ki, iktidar içinde cemaate en yakın duran isimlerden biridir. Hatta son günlerde Çelik için “cemaatin iktidardaki Truva atı” yakıştırmasını bile yapanlar var.

Peki Hüseyin Çelik, Başbakan bile “yeniden yargılamayı düşünebiliriz” demesine rağmen neden buna karşı çıkıyor. Çünkü cemaat, kendine yönelik operasyonların bunaltıcılığının yanı sıra, böyle bir gelişmenin yaşanmasından da çok rahatsız. Cemaat Ergenekon ve Balyoz sanıklarının serbest kalma olasılığından çok korkuyor. Çünkü o sanıkların serbest bırakılması, yapılan sahtekârlıkların ortaya çıkması ile mümkün olacaktır. Eh bu sahtekârlıkları yapanlar da ortaya çıkacaktır böylelikle. Yani işler bir anda tersine dönebilir. O halde en iyi savunma saldırıdır diye düşünerek şimdi Ergenekon ve Balyoz’da yeniden yargılamanın önünü kesmek istiyorlar.

Kesebilirler mi? Mümkün. İyi de ne kadar? Eninde sonunda gerçek ortaya çıkacaktır. Benim umut ve dileğim bunun bir an önce bitmesi. Zaten yılladır söylediğimiz gerçeklerin anlaşılması.

Sevgili izleyiciler şu cemaat meselesini bitirmeden önce Başbakan adına konuşan ve yazılar yazan Yalçın Akdoğan’ın bir yazısından da söz etmek istiyorum. Akdoğan içi öfke ile dolmuş bir şahin misali hergün cemaate saldırmayı ve ağır hakaretlerde bulunmayı adeta görev biçmiş kendine.

Bugün yine bir yazı yazmış. Yazısına çok bilindik fıkra ile başlıyor. Şu akreple kurbağanın hikayesi. Hani akrep dereden geçemeyince kurbağadan yardım ister. Kurbağa da “Ama beni sokmayacağına söz ver” der. Akrep söz verir ama tam derenin ortasında kurbağayı sokar. Kurbağa zehirlenip ölürken “Akrep kardeş, beni soktun ama sen de ölüyorsun” deyince akrep cevap verir “Ne yapayım huyum bu.”

İşte Akdoğan bu fıkrayı hatırlattıktan sonra, yani cemaate akrep dedikten sonra bakın daha neler söylüyor;

Sokmaya, tahribe, tezgaha alışanlar bu huylarından vazgeçemiyorlar. Özlü bir söz vardır, kem alatla kemalat olmaz diye... Yani kötü aletle iyi bir iş yapılamaz. Yöntemi yalan, iftira, karalama, çamur atma olan insanın hayra hizmet etmeyeceği çok açıktır. Yalan, iftira, karalama en temel yöntem halini aldı. 'Harp hiledir' anlayışının, 'amaca ulaşmak için her yol mübahtır' yaklaşımının ve takiyeciliğin açtığı kapıdan girenler her türlü değeri ayaklar altına alan bir kişilik katliamına soyunuyorlar.

Yalçın Akdoğan bunca ağır laftan sonra herhalde cemaate saf duygularla bağlanan insanları incittiğini düşünerek laflarını biraz tevil ederek onların gönlünü almaya çalışıyor ve şöyle diyor; “Bu kadar çirkeflik ve iğrençlik sadece yapanların değil, onlara müzahir olanların da değerini düşürür.

Bu hastalıklı tiplerle birlikte anılmak güzel insanlardan oluşan büyük bir kitleye haksızlık olur. Bir kova sütün berraklığını birkaç kıl bozar. Bu yalan şebekesine göz yumanlar da onlarla birlikte sukut ederler.

Nasıl, güzel değil mi? Tam 11 yıldır, ki daha öncesi de var, 11 yıl iktidar dönemi, bunca yıldır süren işbirliği, “bir denileni iki etmeme” nasıl yerle bir olmuş.

Aslında şu günlerde yandaş medyayı, cemaatçisini de Erdoğancısını da iyi izlemek gerek. Ahlaksızlığın, seviyesizliğin, bir çıkarı kaybetme korkusunun, hiçbir değerleri ve önemleri yokken durup dururken şöhret olan biçarelerin ne olduğunu görmek ve bundan ibret almak gerek.

Ve bu nedenle AKP’ye oy veren, dürüst, temiz, ahlaklı ve namuslu insanlara da seslenmek istiyorum. İşte “Arkandayız, seninle ölüme bile gideriz” dediğiniz insanlar bunlar. Bunları tanıyın.

Sevgili izleyiciler, son olarak Genelkurmay Askeri savcılığının dün yaptığı açıklamaya değinmek istiyorum. Genelkurmay Uludere katliamını kapattı. Meğer olayda “kaçınılmaz hata” varmış. Kaçınılmaz hata sonucu 36 Türk vatandaşı uçaklarla bombalanarak öldürüldü.

Bakın sevgili bu olay üç satırlık askeri savcılık açıklamasıyla ve kararıyla geçiştirilemez. Hiçbir bahane 36 Türk vatandaşının öldürülmesinin üstünü örtemez.

Genelkurmay açıklamasında vur emrinin Genelkurmay Başkanı tarafından verildiğini söylüyor. Hata neymiş, gelen grubun terörist olduğu sanılmış. İki büyük suç var burada. Birincisi emri neden Genelkurmay Başkanı veriyor. Meclis’ten geçen yasa, ordunun bir sınırdışı operasyon yapmasını hükümetin izin ve emrine bağlıyor. Eğer emri Genelkurmay Başkanı verdiyse, hükümetten izin ve emir almamış mıdır? Almışsa neden bir tür suçu üstlenme yolunu seçmektedir?

İkincisi, terörist de olsa yasalarımız güvenlik kuvvetlerine hiç kimseye öldürme izni vermez. Terörist veya başka biri ancak bir silahlı çatışmaya girer, uyarılara rağmen çatışmayı sürdürürse öldürülür ki, bunda bile esas olan canlı yakalamaktır, çünkü hiçbir güvenlik birimi aynı zamanda infaz kurumu olamaz.

Genelkurmay hangi yasadan yetki alarak, sadece insanlardan oluşan, ki bunlar terörist de olabilirdi, bir hedefi toptan imha emri vermiştir.

Bu durumda, Genelkurmay Başkanı hem hükümetten izin almadan sınır dışı operasyon yaptığı hem de bilerek ve isteyerek insan öldürdüğü için yargılanmalıdır. Yok eğer bu operasyonu hükümetten izin alarak yaptıysa, bu kez hükümetten kim emir verdiyse o yargılanmalıdır. Bu durumda Genelkurmay başkanı da, emir bir ölüm emri olduğu için, yasalara aykırı bir emri yerine getirmekten yargılanmalıdır.

Evet, bu akşam bu kadar. Yarın tekrar görüşmek üzere hepinize iyilikler dilerim. Hoşça kalın.

# uludere # kaçınılmaz # hata