İmparatorluğun merkezini çöp ve ot götürüyor

Metin Akgerman

Metin Akgerman

Köşe Yazısı

Geçenlerde bir kaç gün için New York'a gittim.  Bu yazının amacı bazı gözlemleri aktarmak ve bunlara dayalı siyaset, ekonomi, turizm konularında politika önerilerini tartışma zeminine taşımak. Yazı uzun oldu, ilginizi çeken başlığa lütfen atlayınız.

NEW YORK

ABD'nin 50 eyaletinden birinin ismi "New York" ve bu eyalet Kanada (Krallığı) ile sınırdaş. Bu eyaletin güney ucundaki şehrin ismi de "New York Şehri" ( New York City : NYC). New York'daki idari bölümlere Boro deniyor ( ing:Borough). Bu Boro kavramı İngiltere'de ve başka anglosakson ülkelerinde de  olan bir kavram (ve basit bir tanımı yok). New York şehrinin boroları: Manhattan, Brooklyn, Queens, Bronx ve Staten Islands. New York'un esas oğlanı ise bitişik bir ada olan Manhattan borosu.

Amerika'da eyaletlerin takma isimleri var. New York'un takma ismi "Empire State" yani İmparatorluk eyaleti. (Emperyalizm kelimesi de imparatorluk kelimesinden geliyor). Gel de gör ki imparatorluk namına merkez Manhattan'da pek bir şey kalmamış. Ziyaretçilerin ilk gözüne çarpan, şehirdeki ciddi çöp problemi. Etrafta vızır vızır çeşitli altyapı araçları geziniyor, belediye işçileri çalışıyor ama gene de yetmiyor. Her yer çöp dağı. Muhtemelen zamanında nispeten küçük bir alanda inşa edilen ve artık eskiyen bu yüzlerce gökdelenin artık bakım maliyetleri ve altyapı işleri ile başa çıkılamıyor.

PAHALILIK VE AHLAKİ ZAAFLAR

Şehir aşırı pahalı. Daha önce de ziyaret etmiştim ancak bu kadar fiyatlar uçmamıştı. Konuştuğum insanların söyledikleri, enflasyon tüm Amerika'da fiyatları artırmış, alım gücünü azaltmış ve özellikle New York'ta fiyatlar aşırı artmış durumda. Yıllar önce geldiğimde bir dilim pizza bir dolara bulunuyordu şimdi beş dolardan tarifeyi açıyorlar. (tüm pizza değil tek dilim). Hissiyatım, şehirdeki fiyatların artması ve hayat şartlarının zorlaşması, ticari ahlakta da bozulma yaratmış. Taksicilerin bir kısmı kafasına göre sabit fiyat öneriyor sonra daha fazlasını kopartmaya çalışıyor. Esnaf zaten şişik hesaplara en az 18% bahşişi ekleyip getiriyor sonra bahşişli hesaba ilave bahşiş ekletecek şekilde kredi kartı işlemi yapıyor. Bahşişsiz neredeyse hiç bir servis yok. Sokaklarda aşırı miktarda evsiz insan var. Evsizler Manhattan'da ve Brooklyn'de sahiplendikleri köşelere neredeyse döşek ve yorganlarla gecekondu yapacaklar ve hatta kat çıkacaklar, kimse de oralı olmuyor duruma.

ESRAR KOKUSU HER YERDE

Diğer bir acayiplik sokaklar esrar ( Marijuana) kokuyor. Manhattan'da öyle tek tük gelen kokular değil, ana caddeler, ara sokaklar, yürüdüğünüz her yerde bu koku var. Şehrin resmi kokusu olmuş. Zaten bu otun kullanımı ve satışı belirli  kısıtlamalar dahilinde serbest bırakılmış durumda ve kimileri sokaklarda çeke çeke geziyorlar. Sokaklarda koca koca Cannabis mağazaları açılmış durumda  (hepsinde satış var mı emin değilim, bazı kısıtlamalar mevcut). Bir yandan bu otun hafıza kaybı yarattığından bahsediliyor diğer taraftan otun savunucuları "Mc Donalds'dan daha sağlıklı" şeklinde savunma yapıyorlar.

ONLAR ÇOK KÖTÜ, DİNCİ VE FAŞİSTLER ! 

Central Park girişinde faytoncu ve 3 tekerlekli bisiklet (tuktuk veya pedicab deniyor, genelde elektrikli motor destekli)  çekçekçileri var. Bunların hepsi Türkçe biliyor gibi. Kiminin tipi ve aksanı Türkiyeli, kiminin tipi ve aksanı ise Kırgız veya Özbek.

Bir Uber şoförü Gürcistanlı çıktı. Eşi de Gürcistan'daki Türk okulunda (!) okumuş, şimdi Lonra'daymış. Biraz Gürcistan, Batum güzellemesi yapayım dedim, ama pek satın almadı. Pek hazzetmiyor gibi, artık Amerikalı olmuş (!). Bu tür profillerin hikayesini fazla deşmek istemiyorum çünkü altından ne çıkacağını az çok tahmin edebiliyorum. ABD politikası güvenli konu. "Nasıl ekonomi? Seçimlerde ne olur? Trump ve Biden mi karşı karşıya kalır?" diye sordum. Arkadaş Biden'ci çıktı. Zaten New York ta politika konusu açtığım herkes Biden'ci çıktı. Ortak noktaları, çoğunun göçmen olması. Aslında Biden destekçisi demek doğru değil, daha çok Cumhuriyetçi (Republican) Parti karşıtları demek daha doğru olur. Biden destek tabanını bizdeki Kılıçdaroğlu fenomenine benzetebiliriz. Biden'e oy verenler, Cumhuriyetçiler gelmesin diye oy veriyorlar yoksa Biden'i sevdiklerinden değil. Başka bir hispanik taksi sürücüsü beni de herhelade pek yabancılamadı ve ağzındaki baklayı çıkardı. "Onlar (Cumhuriyetçiler) çok kötü, dinci ve faşistler. Teksas'daki adamlar çok kötü!"

LGBT PROPAGANDASI HER YERDE !

Diğer öne çıkan bir konu ise LGBT konusu. Anlamsız derecede bu konu siyasetin merkezine oturmuş durumda. Biden taraftarı cephe bir şekilde bu LGBT propagandasını benimsemiş ve savunucusu olmuş durumda. Bu konu bir özgürlük meselesi görülmekle beraber muhtemelen işin biraz derininde Hristiyanlık felsefesine de dolaylı olarak karşı olmak ve bir nevi dini dogmalardan da kurtuluş formülü olarak görülüyor olabilir.  İşin fena tarafı, bu LGBT konusu "tamam kim kimi sevmek isterse sevsin" denip geçilemiyor. Neden geçilemiyor belli değil. Gazeteler taraf, markalar taraf olmuş durumda. Bazı LGBT destekçisi markalara da vatandaş boykot yapıyor. Hele geçende bir bira markası hangi parlak pazarlamacısının aklına uydu ise bu LGBT desteği işine göbekten dalmış  ( Bud Light, Dylan Mulvaney ile) ve büyük müşteri tepkisi ve boykotu ile karşılıyor. İşin bir sonraki adımı ise çocukların kendilerini hissettikleri cinsiyete göre cinsiyet değiştirme ameliyatları konusu. Kantarın topuzunun ayarı bu alanda hayli kaçmış durumda.

LGBT konusunda diğer çözülemeyen ve toplumsal tartışma haline dönmüş konu ise bireye hitap etme şekli. "He" mi diyeceksin, "she" mi diyeceksin ne diyeceksin? Buradaki öneri de " size hangi zamir ile hitap edeyim?"  diye sormakmış. ( ing: What are your pronouns?).

Türkiye de bu işin bence daha yolu var. Birine "zamiriniz nedir?" diye sorsan iyi ihtimalle anlamaz, kötü ihtimalle kavga çıkar. Bir de tabi Türkçenin büyüklüğü var. "O" diyorsun geçiyorsun. Belki bu "O" kelimemizi İngilizceye ihraç ederek onları da bu dertten kurtarabiliriz. "He" ve "She" yi atarlar, "O" ya geçerler.

NY'da sokaklarda yatan evsizler konusunda ise genel görüş şöyle: " Demokrat Parti döneminde New York sokakları evsizler ile doluyor, Cumhuriyetçiler gelince hepsini yok ediyorlar. Bu işin arası yok".

FİNANS MERKEZİNE ELVEDA

Manhattan'da diğer önemli bir konu ise finans merkezinin ortadan kalma durumu. Meşhur finans bölgesi olan "Wall Street", COVİD krizinden çıkamamış durumda. COVİD döneminde evden ve kırsaldan çalışmaya başlayan çalışanları ofislere pek dönmemişler ve Wall Street civarındaki binalar artık pahalı rezidans projelerine döndürülmekte.  Tabi bu işte de problem var. Milyonlarca dolar ödeyip bununla Manhattan da daire alan zengin insanlar gidip küçücük dairede yaşamıyorlar. Yani alınan dairelerde sanki daha çok yatırım amaçlı veya paraları gayrimenkule park etme amacıyla alınıyor ve çoğu zaman bu milyonlarca dolarlık daireler boş tutuluyor. Kapitalizmin geldiği saçmalığın bir göstergesi. Bir yanda sokaklarda evsizler, diğer yanda boş duran milyonlarca dolarlık daireler.

Manhattan büyük ölçüde finans kimliği ile ön plana çıkan bir şehir idi artık Manhattan büyük ölçüde bir turistik adaya dönüşmüş denebilir.

NEW YORK TURİZMİ

Peki yılda 60 milyondan fazla insan New York'a neden gidiyor? Bu çekiminin altında ne var? Sokaklar esrar kokuyor, her yerde evsiz var, metro sisteminin konforlu olduğu söylenemez, sarı taksiler çarpışan araba ayarında dolanıyor, otelde millet 20 dakika asansör bekliyor, otel oda kliması zaten ikinci gün hasta ediyor, uzun uçak yolculuğundan sonra sefil bir pasaport kuyruğunda balık istifi düzeninde saatlerce çoluk çocuk, hamile, yaşlı bekleniyor. Peki neden bu ilgi? Tahminimce ilginin önemli bir kısmı Amerikan küçük şehirlerinden New York a büyük şehir gezmeye gelenler. Aslında dünyanın her büyük şehrinde olan malum mağazalar, H&M, Zara, kozmetik mağazaları filan bunlar toplu olarak var, belki bu bir faktör. Önemli bir faktör ise müzikaller ve müzeler olabilir. Kilometrelerce uzunlukta olan Broadway caddesinde bolca müzikal var. Bu müzikal konusu Londra ile New York'un ortak turist çekme taktiklerinden ve işe yaradığını söyleyebiliriz. New York ta bir ölçek ekonomisi yaratılmış ve haliyle özellikle batılı kurumsal şirket çalışanları, faturayı şirketleri ödediği müddetçe bu tür şehirlerde etkinlik yapmayı tercih edebiliyorlar.

Manhattan'da diğer göze çarpan konu ise şehirde pek çocuk yok. Muhtemelen çocuklu aileler Manhattan'da yaşamamayı tercih ediyorlar çünkü her yer bina, yol ve araba. Düzgün yeşil alan denebilecek ve tamamen yapay olan bir tane "Central Park" var, o bölgede de kiralar, ev fiyatları, hayat masrafı çok pahalı.

Beni şaşırtan diğer bir konu ise siyahlar ile bazı beyazlar arasındaki gerginliğin beklediğimden daha fazla olması oldu. Bir kaç kez küfürleşmeli, tehdit etmeli fiziksel saldırı seviyesinde olaya şahit oldum. Medyada, filmlerde bize özenle sunulan beyaz-siyah kardeşliği, eşitlik, beraber çalışmak, beraber askerlik, iş çıkışı pubda takılmak filan... Bu konuların pek sunulduğu gibi olmadığı ortada. İstisnalar olmakla beraber siyahlar siyahlar ile takılıyor, beyazlar beyazlar ile. Hispanıkler ile Afrikalı siyahiler arasındaki ilişki daha normalce. Spor etkinlikleri başta olmak üzere daha çok kültürel paylaşım var gibi. Amerika da bu siyah, beyaz, hispanık gerilimleri konusunda önümüzdeki yıllarda ciddi bir sosyal ve politik kırılma beklemeliyiz. Bu alanda sosyal dokuda kanayan bir yara var. Olmaması da zaten mümkün değil, bu siyahilerin dedeleri boğazlarında zincirler ile o beyazların dedeleri tarafından gemiler ile Afrika'dan getirilmiş ve daha ayni otobüse binmeleri filan son bir kaç on yılın mevzusu.

MEKANIN SAHİBİ

Bendeki bıraktığı intibaya göre Manhattan'da mekanın sahibi denebilecek bölge Rockfeller Merkezi. Manhattan da evet Trump'ın binası var, Vanderbilt binası var, Birleşmiş Milletler'in binası var filan ama Rockfeller Merkezi denen bölge, mekanın sahibinin kim olduğunu New York ziyaretçilerine belli ediyor.

Önerilere geçelim:

DAHA ÇOK İSKELE

1)  New York'da belki yüzlerce iskele var (ing: pier). Bir kısmı ticari aktiviteden ziyade sportif aktivite amaçlı kullanılıyor ( Brooklyn'de son 10 senede yapılan sahil bölgesindekiler). İstanbul'un coğrafyası da bu tür iskelelerin uygun yerlerde yapılmasına müsait. Brooklyn bölgesinde yapılmış sahil, yürüyüş, rekreasyon, iskele bölgesi güzel bir şehircilik eklentisi olmuş, ilgili şehir planlamacılarımızın dikkatine. Biz de boğaz sahillerimizi özel mülkiyetteki yalılar ile değil, daha çok kamu rekreasyon alanları ve iskeleler ile değerlendirebiliriz. İstanbul içindeki kara trafiğini ( çöp kamyonları, diğer belediye araçları, taze meyve sebze lojistiği, akaryakıt lojistiği vs.) ne kadar iskeleler üzerinden denize aktarabilirsek o kadar şehir rahatlar, tasarruf oluşur.

İYİ PİZZA

2) Pizza konusu New York da, diğer Avrupa şehirlerine kıyasla başarılı, pizza tabanı sert. Kimine göre pizzanın hamurunda kullanılan su farklı, kimine göre mozarella peyniri farklı. Son dönemde bildiğim kadarıyla Hakkari'de manda besiciliği konusunda bazı programlar başlatılmış. Bunlar çok doğru yönde gelişmeler. Mozarella konusunu bu sayede çözeriz. Hamur ve su konularında da NY'daki hamurları incelemek gerekli, neyse bu işin püf noktası TR'ye getirebiliriz. Bu lezzetli pizza konusu iç ve dış turizme fayda sağlar. Zaten pizza olayının kökeni Türk Mutfağı'ndan ( pideden yani pita'dan) çok uzakta değil.

İSTİKLAL CADDESİ'NE "STRAND" GEREKLİ

3)New York'da "Strand" isimli bağımsız ( zincir mağaza olmayan) bir kitapçıya gittim. Doğrusu bu kitapçıyı kıskanmamak elde değil. Zamanında Beyoğlu'nda başarılı kitapçılar vardı, teker teker kafe haline döndüler. "Strand" ayarında bir kitapçıyı İstanbul'a kazandırmakta fayda olacaktır. Bu iş para meselesi değil. İstanbul bir kültür merkezi ise, ki öyledir, "Strand" ayarında bir kitapçının en işlek caddenin en merkez bölgesine kurulması gerekir. Belki mağaza büyük ticari kazanç elde edemez ama bölgesindeki mağazalara ilave müşteri çeker ve bütüncül hesap ile şehre önemli ekonomik katkı sağlar. Ortadoğu kitapları bölümü özellikle zengin idi. Strand'de diğer dikkatimi çeken konu ise satın alma kısımdaki kuyruk oldu. NY'lular, eski, okudukları kitapları, torbalara, çantalara doldurmuşlar, Strand'ın kitap satın alma masası önünde sıraya girmişler. Bir kaç tane görevli var, kitapları alıyorlar, kontrol edip bilgisayara girişi yapıyorlar sonra el arabaları ile raflara dağıtıyorlar. Kitap satanlara nakit ödeme yapılıyor anladığım kadarıyla. Ebay ve Amazon hala Strand'ı yok edememiş. Şehir yönetimi mağazayı NY'un kültürel bir değeri olduğu için koruma altına (finansal olarak) almış ve bazı zor dönemlerden batmadan geçmesini saglamis. Biz de belki büyükşehir bütçelerini yaparken şehrin kültürel değerlerini korumak üzere bütçe ayırmalıyız.

https://en.wikipedia.org/wiki/ Strand_Bookstore

JFK HAVALİMANI

4) Dönüşte New York JFK'den Londra Heathrow'a uçuş yaptım. İstanbul'dan Londra'ya uçmaya nazaran güvenlik tedbirleri hayli gevşek. X-Ray makinasından tek geçiş yapılıyor, üstelik metal güneş gözlüğünü yakamda unutmuş olmama rağmen makina ötmedi ve beni geçirdi. Bavulları açtırıp içinden bilgisayar da çıkartmadılar, bilgisayar içinde bavullar makinadan geçti. İstanbul'dan uçarken ilave bir güvenlik elemanı ile pasaport ve oturum belgesi kontrolü adımı daha vardır, o kontrol de olmadı. Demek böyle de olabiliyormuş. Zaten vize verene kadar detaylı inceleme yapılıyor, bir zahmet TR'den İngiltere uçuşlarında havalimanı kontrollerini normalleştirmelerini ilgili makamlara önerebiliriz. En azından TC vatandaşları için bu kontroller normalleştirilmeli.

5) JFK-->Heathrow uçuşu öncesi kapıda biniş beklerken ilgili uçuş firması görevlileri ( Delta Airlines) 4 adet bilet için tanesi 2000 USD'dan alım anonsu yaptılar. Yani öneri tam olarak şu: Biletinizi veriyorsunuz karşılığında 2000 USD alıyorsunuz ve aynı Londra uçuşu için ertesi sabaha size bedava bilet veriyorlar. Muhtemelen bu sayede Delta, Atlantik geçişli uçuşlarında 100%'e yakın doluluk ile uçabiliyor. Bunu yapmasının iki gerekçesi olabilir: Ya birkaç adet kapasite fazlası bilet satıyor ve "nasıl olsa gelmeyen yolcu veya geciken yolcu olur" varsayımı ile uçak doluluğunu sağlıyor veya son dakikada havalimanına gelen ve ilk uçağa binmek isteyen ve bilet için yüksek bedel ödemeye razı olan bazı müşterilere uçuş  imkanı sağlıyor. Bu tür uygulamalar bildiğim kadarıyla THY'de pek yapılmıyor ancak değerlendirmekte fayda olabilir sonuçta tüm taraflar bu anlaşmadan kazançlı çıkıyor. Hem uçak firması yüksek doluluk sağlıyor ve israfı azaltıyor, hem sonraki uçuş ile uçmayı kabul eden yolcu, bilet fiyatının misli ile fazlası değerinde para kazanıyor ve mutlu ve gönüllü şekilde biletlerini veriyor, hem de son dakikada acil işi çıkan müşterilere uçuş imkanı sağlanıyor.

BOĞAZİÇİ KÖPRÜSÜNDE YÜRÜMEK

6)New York'ta araba geçişi olan bazı köprülerden (misal Brooklyn Köprüsü) yürüyerek geçmek mümkün ve bu konu önemli bir turistik etkinlik haline getirilmiş durumda çünkü köprü yürüyüşünde güzel bir manzara size eşlik ediyor. İstanbul'da da Boğaziçi köprüsü başta olmak üzere bazı köprülerimizde yaya ve bisiklet geçişine imkan getirilecek düzenlemelerin yapılması, şehre ilave bir turistik etkinlik kazandırabilir.

TÜRK MARKALARI

7) NY'da rastladığım Türk markalarına da değineceğim. İlk göze çarpan Manhattan'da vızır vızır gezen Getir kuryeleri oldu. Diğer göze çarpan ise Türk markası olmasa dahi muhtemelen TR üretimi olan Ford Transit Connect'lerin taksi olarak NY'da kısmen kullanılmaya başlanmış olması. Oran daha çok az, belki 5% larda ama artacaktır. Mavi Jeans'e de değinelim. Ben rastlamadım çünkü pek mağaza gezmedim ancak ABD'de önemli bir bilinirliği, iyi bir marka imajı ve yaygın satış kanalı olduğunu biliyoruz. ABD pazarında doğrusu daha alınacak çok yol var.

BEŞİKTAŞ-KADIKÖY VAPURU BÜYÜTÜLEBİLİR Mİ?

8) Manhattan adası ile civardaki önemli yerleşim yerlerinden biri olan Staten Adası arasında yolcu feribotları (araç almıyor, bizdeki şehir hatlarının karşılığı)  işletiliyor. Yaklaşık 25 dakikalık yolculuk, bizim boğaz seferlerine yakın. Bu hatta işletilen feribot tiplerinin ve rıhtım yanaşma sistemlerinin yoğun boğaz hatları için ( misal Beşiktaş-Kadıköy) hayli uygun olduğunu düşünüyorum. Belki ilgili işletici firmamız birkaç adet bu Staten Adası feribotu tipinden ürettirip devreye almayı değerlendirebilir. Bu feribotlarda hızlı indi bindi sağlayan sistemler kurmuşlar. Feribota biniş ve iniş iki kattan yapılabiliyor yani yanaşma rıhtımında da iki katta askıda indirilen yanaşma kapıları var. Geminin formu bizdekiler gibi oval değil daha dikdörtgen yani indi-bindi yapılan kapı alanı çok geniş, her katta 5'er metre genişliğinde iki kapıdan yaklaşık 20 metrelik aynı anda indi-bindi platformu sağlanmış. Diğer akıllıca uygulama ise yanaşılan iskelede enerji sönümleyici ahşap kütükleri denize dik şekilde batırıp, yüzer şekilde  birbirlerine bağlamışlar. Yanaşan feribot yavaşlamak için pervaneleri geri yönde çevirmekle enerji ve zaman kaybetmiyor, gemi bildiğiniz iskeleye bodoslama çarparak duruyor. Yapılan sistem sayesinde enerji sönümleniyor ve yumuşak ve hızlı bir bağlantı sağlanıyor. Elbette bizdeki şehir hatlarındaki gibi Staten Adası gemisi de iki yönde gidiyor yani baş-kıç kavramı yok, gemi simetrik, kalkış ve varışta dönme manevrası yapmıyor. Feribotun yolcu kapasitesi de bizim şehir hatlarının iki veya üç katı. ( 1300 ile 6000 kişilik modeller var, bizdekiler 1000-2000 kişilik). Büyük vapur demek, daha sert hava şartlarında da kesintisiz ulaşım demektir ayrıca Akdeniz civar şehirlerinde olacak olası insanı yardım operasyonlarında büyük vapurların gönderilmesi mümkün olabilir ancak küçük boğaz vapurları pek kullanılamaz.

Havadar kısım geniş tutulmuş, bizim klasik vapurlardaki gibi tek dar bir koltuk sırası şeklinde değil. Kışın veya belirli havalarda muhtemelen geniş camların bir kısmı kapatılarak makul bir havadarlık imkanı sağlanıyor. ( Bağlantı aşağıda). Bizim geleneksel tasarımlı şehir hatları vapurları herhalde en az 40 senedir az çok aynı form ve kapasitedeler oysa İstanbul'un nüfusu, turistik potansiyeli çok arttı, daha büyük vapur tiplerinin devreye alınması ve daha hızlı indi/bindi sağlayacak yanaşma ve kapı sistemlerinin ve terminallerin kurulması anlamlı olabilir. Yapılacak iyileştirmeler ile toplam yolculuk süresi kısaltılabilirse bu hatların kullanımı da artacaktır. İstanbul boğazındaki yolcu potansiyeli New York'takinden daha fazladır bu sebep ile daha büyük gemilerin işletilmesi gayet mümkün olmalıdır. Diğer bir önemli konu ise Staten adası feribot terminallerine metro ve otobüs gibi topu ulaşım entegre edilmiştir. Bizim Beşiktaş iskelesine bildiğim kadarıyla henüz raylı sistem eklentisini yapamadık, bu durum da yolcu miktarını etkiler. Belki Yenikapı-Kadıköy hattında bu tür büyük feribotlar raylı sistem bağlantısından dolayı daha hızlı uygulanabilir olabilir. Son olarak fiyatlandırma politikasına değinelim. New York'ta küçük şişe suyun bile fiyatı 2 dolardan başlıyor ama bu feribot servisi ücretsiz. Muhtemelen alternatif ulaşım modlarına göre daha çevreci ve daha yavaş olduğu için bu hattın kullanılması teşvik edilmek istenmiş. İstanbul'da da iki yaka arasında suya atlayıp yüzmekten başka ücretsiz geçiş sağlayan bir hattın olması fena olmaz. En azından öncesinde otobüs veya metro için akbil basıldı ise vapur transferi belli hatlarda ücretsiz yapılabilir.

https://en.wikipedia.org/wiki/ Staten_Island_Ferry

9) Karekod kullanımı NY'da çok yaygın hale gelmiş, muhtemelen TR'de de bu yönde bir gelişme beklemeliyiz. Afişlerde, restoran menülerinde, otel evraklarında, promosyon amaçlı dağıtılan evraklarda, basılı gazete ve dergilerde yaygın miktarda karekod kullanımı yapılıyor.

İSTANBUL'A DAHA ÇOK ROBOTİK OTOPARK GEREKLİ

10) Manhattan'da ve havalimanı yolunda zaman zaman önemli trafik sıkışıklıkları oluşuyor ancak sürekli bir trafik sıkışıklık sorunu Manhattan'da dahi yok. Bunca gökdelenin olduğu ve yüksek araç dolaşımının olduğu küçükçe bir adada bu nasıl başarılmış? Muhtemelen önemli bir etken otopark olayı. Bir çok otomatik otopark var yani arabanızı giriş katında bir odaya sokuyorsunuz, çıkıyorsunuz ve araba otomatik olarak bir yerlere kaldırılıyor. Binaların da dışarıdan pek otopark olduğu anlaşılmıyor, dış cephesi normal bina gibi ama içi otopark. Farklı sistemler de mevcut misal bizde de Maslak bölgesinde tek tük kullanımı olan 4 kata kadar arabaları üst üste istifleyebilen çelik yapılar var, bunlar da etrafta küçük otopark alanlarında hayli yaygın. Araç geçişi çok olmayan bazı caddelerde ise 4 şeritli yolun 2 hatta 3 şeridi park haline getirilmiş. Genelde bu tür yol üstü tanımlı park alanlarında sivil araçlar nadiren oluyor, daha çok kamu araçları, belediye araçları vs. bu yol üstü park yerlerini kullanıyorlar. Yani normal sivil araçlar için yol kenarına park etmek diye bir olay Manhattan da yok seviyesinde. Hayli pahalı olan kapalı otopark kullanımı mecburi gibi. Yol kenarlarında park etmeye çalışan ve trafik akışkanlığını etkileyen araçlar da haliyle olmuyor. İstanbul için en hızlı ve nispeten uygulanabilir çözüm bu kapalı otopark konusunda bir seferberlik başlatmak ve yol kenarlarına park işini mümkün olan en üst seviyede yasaklamak olabilir.

İSTANBUL'A SEYİR TERASLARI

11) NY'un turizm çekim etkinliklerinden İstanbul için başka uyarlama yapılabilir mi? Manhattan'da yüksek bazı binalara manzara seyir terasları yapılmış durumda, İstanbul'da da üst katları boğaz manzaralı olan bazı gökdelenlere benzerleri yapılabilir. ( Bir kaç tane var sanırım). Manhattan'daki gökdelenlerin dibine kadar serbest yürüyüş imkanı mevcut ve hatta bir çoğuna güvenlik kontrolü olmadan giriş yapılabiliyor. İstanbul'da, misal Levent teki bazı gökdelenler, misal Akbank binası veya İş kuleleri, pek yakınlarına sivil vatandaşın yaklaşması mümkün değil. Bu tür projelerde vatandaşın yaşam mekanını ve sosyal etkinlik mekanlarını genişletecek ölçüde ilgili binaların dibine kadar gidebilmek mümkün olabilmeli. Şehir merkezinde bir arsayı bir yatırımcının alıp oraya kule dikmesi, vatandaşın kulenin çevresinde gezme özgürlüğünü engelleyememeli. Özel mülk dahi olsa vatandaşın kalabalık şehir merkezi bölgelerinde en üst seviyede dolaşım imkanı olabilmeli. Benzer kısıtlamalar bazı sahil bölgelerinde de var. Misal Emirgan sahil tarafından İstinye koyuna sahilden yürümek de benzer sebep ile pek mümkün değil. Bu tür küçük dokunuşlar ile İstanbul turizmine ve sosyal hayatına olumlu katkı yapmak mümkün.

NY'da 10 dakika gibi kısa süreli helikopter turları da hayli popüler denebilir. Genelde turistik amaçlı yapılan bu turlar kısmen de hızlı ulaşım amacıyla yapılabiliyor. Şehirde fazla gürültü kirliliği yaratmayacak rotalar ve yükseklikler seçiliyor. İstanbul'da da IGA ve Sabiha Gökçen kalkışlı benzer turistik ve ulaşım maksatlı servisler devreye alınabilir.

HALASGARGAZİ CADDESİNİ MÜZİKAL CADDESİ YAPMAK

12) Müzikal konusu da hem NY hem Londra için önemli bir turist mıknatısı. Tiyatro ve Opera etkinlikleri biraz daha geri planda kalmış durumdalar neden? Bence Müzikallerin bu kadar talep görmesinin ve yüksek fiyatlar bilet satabilmesinin ( tanesi 100 dolardan fazla) sebebi, sanatın bir çok alanına aynı anda yüksek kalitede ve sınırsız teknolojik imkanlar ile uygulama fırsatı vermesi. Canlı orkestra oluyor, sahnede her türlü teknolojik imkan kullanılıyor, ışıklar, kostümler, oyunculuk, hikaye anlatımı vs. insanın fiziki sınırlamaları ve teknolojinin en uç noktasında ne yapılabiliyorsa sergileniyor. Sahnede insanlar uçuyor, yerden platformlar yükseliyor ve yüksekte görsel performans sergileniyor vs.. Bir de bunların üzerine dünyada bilinen ve ticari olarak başarılı olmuş bazı hikayeler ( Lion King, Alaaddin, Mary Poppins, Chicago, Cats, Notre Dame de Paris, Matilda vs..) eklendiğinde ortaya şehre yüzbinlerce insan çeken sanat etkinlikleri çıkıyor. Müzikal konusunda NYC ve Londra başı çekmekle beraber Fransa'da da Fransızca olup başarılı olan bazı müzikaller mevcut.  Yani bu iş, doğru ortam ve tasarım olunca, İngilizce haricinde de başarılı olabiliyor.

İstanbul'da Broadway ( veya Londra'daki West End) benzeri bir müzikal etkinlik caddesi seçsek nereyi seçeriz? Bence bu iş için Harbiye caddesi ve devamında Halasgargazi caddesi uygun olabilir. Böylece hem Taksim ve Beyoğlu'nun turistik potansiyeli Osmanbey ve Şişli ye doğru uzatılarak bağlanmış olur, hem de mevcut metro hatları ile yeterli ulaşım kolaylığı sağlanır.  Müzikaller ile İstanbul a bir miktar ilave turist gelebilir ancak asıl etki mevcut gelen turistlerin bir gün daha fazla İstanbul da kalması olacaktır, yani turistin ortalama kalış süresi ve harcama miktarı artırılacaktır.

Müzikal teması olarak ise Türkiye kendi rekabetçi temalarını ve mavi okyanusunu yaratabilir. İlave bir çakma "Lion King" müzikali ile uğraşmaya gerek yok. NY ve Londra'nın aksine, Türkiye çok dilli müzikal temaları üzerine ve civar coğrafyasına hitap eden müzikaller kurgulayabilir. Arapça, Farsça, Rusça, Türkçe ve İngilizce müzikaller, ilgili ülkelerin kültür ürünleri temel alınarak kurgulanabilir. Leyla ile Mecnun müzikali farsça, Anna Karenina Rusça ve Türkçe, "70 lerden bugüne", zaman tüneli teması içinde Türkçe ve ingilizce rock müzikali, Sezen Aksu müzikali, Goran Bregoviç müzikali, Ziya Gökalp'ten Kızilelma müzikali, Peri Kızı ile Çoban müzikali, Rusların "Masha ve Ayı" uyarlaması, "Ali baba ve kırk haramiler", Nazım Hikmet müzikali, Namık Kemal'in "Vatan yahut Silistre"si vs... işlenebilecek çok tema var ancak bu işler parayı bastırıp tiyatro veya otel binası yapmak ile olmuyor. Olağanüstü yetenekli sanatçılara, kurgulara ve becerikli bir kültür bakanlığına ihtiyaç var.  Bu müzikallerin evini İstanbul'da sabitlemekle beraber dönem dönem Anadolu turnelerinin ve belki de yurtdışı turnelerinin yapılması gerekecektir.

Uzun sözün kısası dünyada bu müzikal işinin alıcısı var. Yeterli kaliteyi, mekanları oluşturabilirsek İstanbul'un bu işten yılda ilave 500 milyon dolar seviyesinde turizm katma değeri yaratması ve başta sanatçılar olmak üzere binlerce kişiye iş imkanı açması mümkündür.

MÜZECİLİK

13) NY'un müzeleri de önemli bir turizm mıknatısı durumunda. Doğa Tarihi müzesi, dünyanın bütün iddialı metropollerinde olan bir müze çeşididir. New York'taki de iddialı bir müze. Bu müzelerin, çocukların erken yaşta dünya ve canlılar konusunda farkındalıklarının artması açısından da eşsiz bir eğitim özellikleri var. İstanbul'a da bu müze çeşidinin daha geç olmadan  kazandırılmasını umuyoruz ve kültür ve turizm bakanlığının bu konudaki umursamazlığına da pek anlam veremiyoruz.

14) New York Metropolitan sanat müzesi de NYC'nin bir numaralı müzesi. Müzeye kısaca "Met" deniyor, adaş sayılırız. Dünyadaki sanat müzeleri içinde ilk 10 da olan bir müze. Ziyaretçi sayısı açısından sanat müzeleri içinde Türkiye'de dünyanın ilk 100'üne girebilen bir müzemiz yok. Met müzesinde bolca çalma çırpma eser elbette var. Tabi "çaldık çırptık" demiyorlar, saygın koleksiyonerlerden (!) satın alınmışlar. Mısır'dan bolca eser getirilmiş. Bir çok müze odası antik Mısır ile döşenmiş durumda. Rönesans dönemi Avrupa tabloları var.  Antik Yunan ve Roma dönemi Anadolu coğrafyasından bol eser getirilmiş. Ortaçağ dönemi Avrupalı ve Müslüman savaşçıların silahları, kılıçlar, zırhlar da sergileniyor. İslam sanat eserleri bölümüne özellikle değinelim. İslam eserleri bölümünde bir "Koç Ailesi" odası var. Koç ailesi anlaşılan çeşitli eserler hediye etmiş, Met'de bunları sergiliyor. El yazması Kur'an, halılar, çanak çömlek, miğfer vs. var. New York şehri herhalde Koç ailesine minnettardır. Darısı İstanbul müzeciliğinin başına diyelim. Belki kendi işadamlarımız sanat müzeciliğini daha çok desteklerlerse, dünyanın ilk 100'üne girebilen bir sanat müzesine biz de sahip oluruz kim bilir? ( Halılara, çanak çömleğe bir şey demiyoruz ama el yazması kuranların, eşsiz komutan miğferlerinin verilmesine pek de gerek olmasa gerek).

Bir de Kayserili Hagop Kevorkian'ın müzeye bağışları var, bu Hagop olayı uzun yazı konusu ama yazık olmuş dünya kadar eser, geniş bir islam coğrafyasından batı müzelerine gitmiş.

Hagop'un "Şam odası" eserine bir göz atınız:

https://www.metmuseum.org/ about-the-met/collection- areas/islamic-art/damascus- room

SONUÇ

Hem müzikal konusunda hem müzecilik konusunda İstanbul'da gerekli yatırımları yapabilirsek ve gerekli nitelikli kadroyu yetiştirebilirsek bu işin ekonomi ve turizm ötesinde faydaları olur. İlk akla gelen fayda Türkiye'den dışarı kaçan nitelikli beyin göçünü yavaşlatmak olacaktır. Öğrenciler için sınıf dışı öğrenme imkanları artacaktır. Kaliteli  Bilim müzesi, Doğa Tarihi Müzesi veya Sanat Müzesi gezmeye yurtdışına gidiş talebini de azaltacaktır. Türkiye'nin bölgesinde sadece ekonomik ve askeri bir güç değil, kültürel bir çekim merkezi olması etkisi de artacaktır.

New York, Londra ve İstanbul gibi zamanının imparatorluk ve kültür başkentlerinde gözlemlediğimiz trend, bu şehirlerin merkez bölgelerinin tamamıyla birer turizm şehrine dönüşmesidir. Bu bölgeler gelirlerini hizmetler alanından sağlıyorlar. Diğer önemli nokta, bir zamanlar yerel halk için yaşanabilir konumda olan bölgeler, bu özelliklerini kaybetmekteler. Turizmin şehir ve ülkeleri zenginleştirici etkisi olmakla beraber yerel halkı bölgeden uzaklaştırıcı bir etkisi olduğunu da bir çok ülke ve şehirde gözlemlemekteyiz. Londra'da normal işi gücü olan aileler civar şehirlere taşınmaktalar. Manhattan'da zaten aile düzeni imkanı kalmamış, aile yerleşimleri civar borolara kaymış durumda. Bu trendin siyasi sonuçları da olmaktadır. Genelde göçmen kökenli yerleşimler ve kültürel çeşitlilik bu tür merkez şehirlerde yoğun olmaktadır ve sonucunda bu büyük şehirler ülkenin ana siyasi hareketinden kopmaktadır. Londra'da bunu gözlemlemekteyiz. Londra belediyesinin hal ve tavırları ile merkez hükümetin çizgisi hayli farklıdır. Amerika'nın genelinde çeşitli Hristiyanlık formları ve geleneksel hayat görüşü yaygın olmakla beraber New York gibi şehirler farklı karakteristiktedir. İstanbul'da da bu yönde göstergeler mevcuttur. Politika yapıcılarımızın İstanbul'un kültürel ve turistik gelişimini oluruna bırakması hata olur. Bu gelişmeler planlanmalı, uygulanmalı ve yakından takip edilmelidir. İstanbul'un altında ezildiği nüfus yükünü diğer şehirlerimize yayma konusunda da çekingen olmamalıyız.

# Newyork # İstiklal Caddesi