Uğur Mumcu'nun son yazısındaki kitap

Metin Akgerman

Metin Akgerman

Köşe Yazısı

Uğur Mumcu son yazısında bir kitaptan bahsediyor. O kitabı aldım, şöyle bir göz gezdirdim ve ilgili bazı kısımları bu yazıda aktaracağım.

Uğur Mumcu'nun son yazısı şeklinde internette arattığınızda 7 Ocak 93'te Cumhuriyet'te yazdığı bir yazıya ulaşılıyor. Bu yazının başlığı "Mossad ve Barzani". Mumcu bu yazısında Mossad ve Barzani'nin ilişkisinin belgelendiğinden bahsediyor ve Londra'da o dönemde yeni yayınlanmış, gayri resmi Mossad tarihçesi kitabından bahsediyor.( ing: Israel's Secret Wars by Ian Black and Benny Morris)

Uğur Mumcu'nun son yazısındaki kitap - Resim : 1

Mumcu'nun yazısından bir gün sonra, İsrail'in Ankara büyükelçisi Mumcu'yu yemek için makamına davet ediyor. 8 Ocak günü Mumcu gidip görüşüyor, baş başa yemek yeniyor. Bu görüşmede İsrail büyükelçisi Mumcu'ya öldürülmekten korkup korkmadığını soruyor. (Mumcu'nun eşi bu konuşmayı aktaran). Görüşmeden iki hafta sonra, 24 Ocak'ta Mumcu, arabasına konan bomba ile şehit ediliyor.

Gelelim Mumcu'nun bahsettiği MOSSAD kitabına.

s184

İsrail ve Irak Kürtlerinin ilişkileri 1964'te başladı. MOSSAD’ı Meir Amit yönetiyordu ve Arap hedeflerine artan şekilde saldırılar yapılmaktaydı. Simon Peres yaşlı Kürt lider Kumran Ali Bedir Han ile görüştü. Kumran Ali Bedir Han, 1940 ve 50'lerde İsrailliler için casusluk yapmıştı. Ağustos 65'te Peşmergeler için kod adı "Marvad" (halı) olan askeri eğitim verildi ve üç ay sürdü. Sonraki yaz, İsrail’den bakan düzeyinde Kürt bölgesi ziyaretleri ve Barzani ile (Molla Mustafa Barzani) görüşmeler yapıldı. Haziran 66'da Barzani büyük bir Irak saldırısını püskürttüğünde İsrailli subaylar tarafından desteklenmişti. Kürtlere destek sayesinde Irak ordusu hakkında birinci elden istihbarat elde edildi. Ağustos 66'da Iraklı bir Mig pilotu ve uçağının ele geçirilmesi Kürt desteği ile başarıldı. Bu dönemde ayrıca MOSSAD, SAVAK içinde CIA'den dahi daha etkili olmayı başardı. ( Not: SAVAK İran istihbarat kurumu-MA)

s327-331 arasındaki Mossad, Barzani, İran ilişkileri kısmı:

İsrail'in Irak peşmergesine verdiği destek 1967 savaşından  sonra dramatik şekilde arttı.

1967 Eylül'ünde Barzani, İsrail'i ziyaret etti ve Moshe Dayan'a bir Kürt hançeri hediye etti.

Mart 69'da Kerkük petrol rafinerilerine iyi planlanmış bir saldırı gerçekleştirildi. Saldırının

İsrail tarafından yapıldığına inanılıyor.

Kürdistan'daki İsrail subaylarının İsrail ile radyo temasında olduğu ve Irak içinde casusluk faaliyetlerinde bulundukları Mısırlı gazeteciye ( Mohamed Hassanein Heikal)  1971'de bildiriliyor. İsrail'in Irak'taki varlığı haberleri Irak basınında sıkça yer alıyor.

İran Şahı, Irak'ı zayıflatma politikasına devam ediyor. Mayıs 72'de İran Şahı, ABD başkanı Nixon ve dışişleri bakanı Kissinger ile gizli bir anlaşma yapıyor. Bu anlaşmaya göre Irak Kürtlerine büyük askeri ve parasal yardım yapılacak ve Irak ordusu nötralize edilecek. Devam eden 3 yıl içinde Irak Kürtlerine 16 milyon dolar CIA fonu aktarılıyor. İsrail üzerinden ayda 50.000 dolar üzerinde ödemeler yapılıyor ve bununla ilgili Mossad başkanı Zvi Zamir ziyarette bulunuyor.

Daha sonra ABD kongresine sunulan Pike raporunda ilgili ABD politikası şu şekilde tarif edilmiş: Kürtler "müşterimiz" olarak belirtilmiş ve "müşterimizin tam olarak başarılı olması istenmiyordu ancak sürekli bir çatışma ortamının temin edilmesi ve Irak'ın kaynaklarının emilmesi arzulanıyordu." ifade edilmiş.

1972 yazında İran ve İsrail, Kürtlere yardımları artırırlar. Nixon ve Kisinger gelmeden, Golda Meir ve İran şahı buluşurlar. Ağustos 72'de Kürdistan'da yeni bir ayaklanma oluşmuştur.

Kürtlere verilen askeri yardımlar içinde 1967'de Sovyetlerden ele geçirilen devasa miktarda silah da bulunmaktadır. Bir seferinde Barzani'ye yanlışlıkla İsrail yapımı havan topları verilir ve Barzani bu silahları çok sever, Sovyet silahlarından daha üstün bulur ve daha çok ister.

Barzani, İsrail'in imkanları konusunda abartılı beklentiler içine girmiştir. Gözünü İsrail ile ortak bir askeri operasyona dikmiştir ve buna göre İsrail güneyden Suriye'yi işgal edecektir, Barzani'de kuzeyden Irak'ı işgal edecektir. İsrail ile derinleşen ilişkilere rağmen İsrail alçak profilli yaklaşımı tercih etmiştir hatta o kadar ki sıradan peşmergelerin dahi İsrail subaylarının kimliğini ne ölçüde kavradığı meçhuldür. Bazen İsrail subayları İran üniformaları giymektedirler ancak hepsi farsça konuşamamaktadır.

Ekim 73'te İsrail, Barzani'den yeni bir saldırı başlatmasını ve Irak ordusunun, Suriye ordusuna Golan tepeleri savaşına destek vermek için ilerlemesini önlemesini ister.

Aslında 1970 de Barzani ve Bağdat yönetimi 15 maddelik bir barış anlaşması yapmışlardı ve 4 yıllık geçiş sürecinden sonra bu barış anlaşması devreye girecekti fakat ABD, İsrail ve İran'ın Barzani'ye artarak verdiği destek ile Kürt sorununun Irak'taki çözümü konusu büyük sekteye uğradı. Barzani bu uluslararası destek sayesinde savaşa devam edebildi. Barzani geçiş dönemi sonunda, Mart 74'de silah bırakmayı ve iç savaşı sonlandırmayı reddetti. Taleplerini artırdı ve Kürt bölgesinin Kerkük ve petrol kuyularını da içerecek şekilde genişletilmesini talep etti. Ayrıca kendi ordularının olmasını ve dış işlerinde bağımsız olmayı talep etti.

Irak ordusu, Sovyet silahları ile güçlendirilmekteydi ve Irak-İran arasında yapılan anlaşma ile İran Barzani'ye desteğini sonlandırdı. Karşılığında İran'a güney bölgesinde bazı tavizler ( Shatt al Arab hattında) verildi. Sonucunda Kürt isyanı başarısız oldu. Barzani'nin Kissinger'e yaptığı umutsuz yakarışlar Kissinger tarafından görmezden gelindi.

ABD'de, CIA başkanı William Colby, dış işleri bakanı Kissinger’ı konu hakkında sorguladı ve onu kaba bir tavır ile " Gizli servis operasyonları misyonerlik faaliyeti değildir" şeklinde uyardı.

s187: Türkiye

Türkiye "çevreleme üçgenini" tamamladı. Eylül 1957'den başlayarak Eliahu Sasson ve Türk Dışişleri Bakanı Fatih Zorlu düzenli olarak görüştüler. Reuven Shiloah'da bu görüşmelerde önemli rol oynadı. Mısır başkanı Şam'a uçup, Bağdat’taki devrimci rejime desteğini ilan ettiğinde, Türkler de İsrailliler ile ilişkilerindeki tereddütlerini aştılar. Ağustos sonunda Ben-Gurion gizlice Ankara'ya uçtu ve eşleniği Adnan Menderes ile görüşmelerde bulundu. Politik, ekonomik ve askeri işbirlikleri gündemdeydi ve istihbarat değişimi konusunda da mutabık kalındı. CIA raporuna göre Mossad, MİT ve İran'ın Savak’ını içeren üçlü bir yapı kurdu.  Bu uçlu anlaşmaya göre MOSSAD, Türkiye içinde ve dışında Sovyetler faaliyetlerini gözlemleyecekti ve karşılığında Mısır ve Şam ( özellikle Şam) daki Arap faaliyetleri hakkında bilgi alacaktı. İsrailliler, MİT'e karşı istihbarat konularında eğitim ve teknik konularda danışmanlık verecekti. Savak’a da aynı destek MOSSAD tarafından verilmekteydi.

s76: Düşmanımın Düşmanı

"Düşmanımın düşmanı dostumdur" konsepti İsrail'in çeşitli gruplar ile ilişkilerinin yıllarca rehberi olmuştur. Lübnan'daki Maroni Hristiyanlar, Irak Kürtleri, Güney Sudan'ın siyah, animist Hristiyanları, İran'daki Arap harici gruplar, İsrail'in içindeki ve dışındaki Dürzü gruplar gibi.

s81: Türkiye'deki NATO askeri üslerinin planlarının İsrailli inşaat firması Solel Boneh tarafından yapıldığı belirtiliyor.

Buraya kadar yazdıklarım kitabın ilgili bölümlerinden yorum katılmadan yapılmış çevirilerdi.

Bundan sonraki kısım, kitabın bende bıraktığı izlenimler ve düşünceler üzerine.

Kitap 91'de yayımlanmış, İsrail ve Mossad konularında uzman olan ve bu konularda değerli yayınları olan araştırmacılar tarafından yayınlanmış ve o döneme kadar yayınlanmamış bazı bilgileri açıklamakta. Kitap 603 sayfa, benim okuduğum ve alıntıladığım kısım belki 30 sayfalık ilgili bölümler.

Anlaşıldığı üzere İsrail devletinin Araplar ile savaşları ile ilgili temel uzun vadeli politikası, Arapları çevrelemek ve Arapların çevresindeki Arap olmayan ülke, nüfus, toplulukları ile Araplara karşı olacak şekilde çeşitli seviyelerde tercihen stratejik, olmadı taktiksel ittifaklara gitmek. Kitapta bunun örnekleri verilmiş.  Sudan, malum kalabalık olan kuzeyi Arap ve Müslüman, daha az kalabalık olan güneyi Hristiyan ağırlıklı olan bir ülke idi. İsrail güneyi tee o zamanlarda askeri olarak desteklemiş ve bugün geldiğimiz noktada malum, Güney Sudan diye ayrı bir devlet var ve başkanı kafasından dönemin ABD başkanı Teksaslı Bush'un hediye ettiği kovboy şapkasını çıkartmadan geziyor.  Mossad kitabında Sudan’ın güneyindeki gruplara o dönemde verilen destekler de var.

Kitapta Cezayir'in bağımsızlık savaşı sırasında İsrail tarafından Fransa'ya verilen desteklere de değiniliyor. Malum Cezayirlilerin Fransa'ya karşı bağımsızlık savaşına destek vermeme ve hatta köstekleme utancını ve ayıbını Türkiye'de İsrail ile beraber paylaşmaktadır.

Lübnan'daki durum zaten hepimizin malumu. Neredeyse Lübnan diye bir devlet ortada kalmadı. Kitaptaki Lübnan, Fas ve Etiyopya ile ilgili kısımları okumadım ama muhtemelen aynı minvaldeki operasyonlar anlatılmaktadır.

Kitap ile ilgili diğer önemli bir konu ise kitapta ne Abdullah Öcalan var ne de PKK var. Tek kelime dahi yok. Neden yok? Bu kitabın yayımlanmadan İsrail makamlarının kontrol ve sansüründen geçtiğini biliyoruz, yazar da zaten önsözde bu durumu belirtmiş. Belki o dönemki stratejik ilişkilerden dolayı bu kısımlar çıkartılmış olabilir. Diğer bir ihtimal ise o dönemde gerçekten PKK'ya destek verilmiyor ama uzun vadeli çıkarlar için yedekte tutuluyor da olabilir. Malum o dönemde yani Adnan Menderes döneminde Türkiye ve İsrail müttefik durumda ve istihbarat işbirliği ve hatta stratejik işbirliği mevcut. PKK'nın ise ilk oluşma dönemindeki ideolojisinin Marksist-Leninist olduğunu hatırlayalım. Bu durumda ilk dönemlerinde PKK gerçekten Marksist-Leninist ve antiemperyalist bir formda idiyse, PKK'nın Sovyetlerin de desteklemesiyle, emperyalist cephe olan Barzani'ye, Türkiye'ye ve İsrail'e karşı kullanılmış olması akla en yakın gelen seçenek. Sovyetler‘in o dönemde Arap dostlarını korumaya çalışması akla yatkın gelen bir tez. Zaman bize gösterdi ki PKK kısa süre içinde emperyalist cepheye geçti ve tuhaf şekilde zaten emperyalist cephenin dümen suyunda olan Türkiye ile çatışmalara başladı. PKK bu dönüşü ne zaman yapmış olabilir? Abdullah Öcalan Şam'dayken yapmış olamaz, hatırlayınız, Özal ve MİT'çi Hiram Abas, Temmuz 87'de Şam'ı ziyaret etmişlerdi ve bir rivayete göre Öcalan'ın Şam'dan ayrılmasını istemişlerdi. Belki o dönemlerde yani APO'nun Şam'dan ayrılması ve PKK’nın Lübnan'dan K.Irak'a geçişi sonrasında, Sovyetlerin de dağılmasıyla, PKK daha çok emperyalist cephe güdümüne girmiş olabilir. Özal cinayetinden sonra da zaten PKK saldırılarinin arttığını gördük. 87 yılı itibariyle yılda PKK ile mücadelede yurtiçinde toplam 400 kişi civarında yıllık can kaybı oluşmaktaydı. 91 ve 99 arasında ise yılda ortalama 4000'den fazla can kaybı oluştu. Yani asıl problemi PKK'nın emperyalist cepheye geçmesiyle yaşadık gibi görünüyor. Elbette bu sayısal ilişkiden bir nedensellik çıkartma kolaycılığına kapılmamalıyız, o dönemde Ortadoğu'da büyük trajediler yaşandı, başka faktörler de mutlaka etkili olmuştur. 

Konumuza dönecek olursak, MOSSAD kitabında, PKK'ya verilen bir destekten bahsedilmiyor ve Türkiye ile ilgili de herhangi bir düşmanca ifade yok. Ancak İsrail’in Arapları çevreleme  politikalarının o dönem ve sonrası itibariyle, Sudan'da, Lübnan'da, Irak'ta yaşanan büyük insanı trajediler, göç, sefalet ve istikrarsızlıkta etkili olduğunu söyleyebiliriz.

Kitapta diğer ilgi çeken nokta ise MİT ile ilgili hemen hiçbir notun, bilginin olmaması. Adnan Menderes dönemindeki istihbarat işbirliği haricinde hiçbir şey yok. Misal MI6'nin tarihçesi kitabına da göz atmıştım, bizim bölgede dünya kadar olay dönmüş ama gene MİT'in adı geçmiyor. Neden? Şahsi görüşüm bunun sebebi MİT'in o dönemde zaten CIA'nın bir uzantısı olması ve tamamen NATO ve CIA güdümünde hareket etmesi. Yani o dönemde Egemen bir Türkiye'den bahsedemiyoruz haliyle Egemen olmayan ülkelerin Egemen istihbarat servisleri de olamaz, haliyle istihbarat servislerinin tarihçelerini anlatan kitaplarda da Türk İstihbarat servisinin de adı geçmez.

Kitabın diğer düşündürdüğü konu ise Adnan Menderes dönemindeki işbirlikleri. 1960 ihtilalinin bizde bazı politikacılarımız tarafından, hatta bakan ve daha üstü derecedeki politik şahsiyetler tarafından "Amerikancı darbe" şeklinde nitelendirilmesi. Bu politikacılara sorsak, 600 lerde olan İslamiyet içi savaş ve mücadelelerin tarihçesini çok iyi bilirler, konuşmalarında alıntılar yaparlar,  sonra dönüp  bize Cumhuriyet döneminde ve hatta kendi hayat dönemlerinde yaşanmış olan 1960 ihtilaline "Amerikancı darbe" derler. Daha doğrusu kolaycılık ve sığlık hatasına düşüp 60, 70, 80 hepsi "Amerikancı" darbeydi derler. Adnan Menderes dönemi hangi kaynaktan, nereyi okursanız okuyun, Türkiye tam olarak Amerika'nın kuyruk suyunda ilerleyen, tam anlamıyla bağımlı bir ülke haline getirilmiştir. Hangi birini sayalım...  Kore'ye asker göndermek, NATO'ya girmek, İncirlik vs. Amerikan askeri tesislerinin inşası, Köy enstitüleri kapatılır, Komünizm ile mücadele dernekleri açılır (yeni nesil güzide siyasetçilerin okulu), Balkan Paktı'na girilir, Reinhard Gehlen'in öğrencilerine sözüm ona milli olan MİT kurdurulur , "Küçük Amerika Olacağız" vizyonu ilan edilir, M.Emin Saraç İngiliz etkisi altındaki Mısır'a El-Ezher'e İslami araştırmalara(!) gider, Bağdat oteline yerleşir, dönem sonunda Türkiye'ye döner (bu konular ayrı kitap konusudur, oğlu sonraları YÖK başkanı yapılır vs.), Amerikan nükleer Jüpiter füzelerinin TR'ye konuşlanma anlaşması yapılır (Türkiye Sovyetlerin bir numaralı hedefi haline getirilir), Fransa'dan bağımsızlık savaşı veren ve 1 milyonu aşkın şehit veren Cezayir'e destek verilmediği gibi, BM oylamasında bağımsızlığına "ret" oyu verilir, Selanik'te ajitasyon planlanır ve İstanbul'da gayrimüslim vatandaşlarımıza saldırılar yapılır, mal mülk yağmalanır, rezillikler yaşanır..  Adnan Menderes dönemi, Türk milletini utanca boğan bir dönemdi desek az demiş oluruz.

60 ihtilali de Menderes'i indirmiştir ve yerine İsmet İnönü'yü getirmiştir. İnönü'yü beğenirsiniz, beğenmezsiniz ama Amerikalılar darbe yapıp ülkenin başına İsmet İnönü'yü getirmezler. Adnan Menderes'i ise hiç kaybetmek istemezler. 60 ihtilali, ulusal egemenlik yönünde atılmış bir adımdır ve milli bir karakteristik taşır. Adnan Menderes'in asılmış olması onu milli bir kahraman yapmaya yetmez, İsmet İnönü'de asılmaması ve affedilmesi yönünde görüş bildirmişti.

Kitapta diğer ilginç kısım ise Kissinger’ın CIA başkanından bu işlerin "misyonerlik faaliyeti olmadığı" şeklinde fırça yemesi. Bu ne demek? Bu da sanırım derin bir konu, düşünmekte fayda var.

Sonuç olarak bahsi geçen MOSSAD kitabı başarılı bir çalışmadır ve Türkçeye çevrilip ilgili kamu ve güvenlik personeli eğitim müfredatına alınması faydalı olur. Mutlaka 91 sonrasında MOSSAD ile ilgili daha iyi ve güncel eserler de yayınlanmıştır. Uğur Mumcu'nun ilgili yazısı ve ağabeyinin görüşleri için:

https://www.turkishnews.com/ tr/content/2023/01/25/ugur- mumcunun-son-yazisi/

https://www.aydinlik.com.tr/ haber/ugur-mumcu-ve-gaffar- okkan-hala-cephedeler-273124

https://www.aydinlik.com.tr/ haber/agabeyi-ve-avukati-ugur- mumcu-cinayetini-anlatti-78164

# uğur mumcu # mossad # barzani