Araf'ta ekonomi yönetmek

Metin Akgerman

Metin Akgerman

Köşe Yazısı

Araf'ta politika seçimleri önemlidir. Önceden iyi tasarlanmış, test edilmiş, simülasyonları yapılmış olması gerekir. Araf geçişinde politika tasarlamak istenen bir durum değildir. "Araf" kelimesini dini anlamda değil, iki sistem arasındaki geçiş bölgesi anlamında kullanıyorum. Her kontekst içinde Araf yönetimi durumları kritik önemde oluyor.

Sosyal konulardan da örnek verebiliriz. Evlilik ve bekârlık arasındaki nişan dönemi; Hayat ve Ölüm arasındaki hastalık dönemi; Çocuklu ve çocuksuz durum arasındaki hamilelik dönemi... Araf sürekli bir hal olamaz. Sistem ya bir tarafa ya öteki tarafa devrilir. Nişan süresi çok uzatılırsa hanım kızın kafası atar, yüzüğü fırlatır. Ameliyat sonrası hasta ya iyileşir ya ölür. Aynı anda Araf'ın iki tarafına düşme durumu insanların dünyasında olmaz, kuantum fiziği dünyasında olabilir.

Türk ekonomisi de Araf'ta sanki. Bir sistemden çıkmış, diğer sisteme girme yolunda aradayız. Diğer sisteme girse sorun kalmayacak, ancak Araf'ta fazla oyalanmamak gerekli.

Kuşbakışı Ekonomik Dönüşüm

Şöyle bir adım geri çekilip neler olup bitiyor sakin kafa ile bir bakalım. Türk ekonomisi, enflasyon hedefli bir malî istikrar programından istihdam ve üretim hedefli üretim ekonomisi programına geçmeye çalışıyor. Eğer durumu bu şekilde saptarsak yapılan hamlelerin, alınan kararların tutarsız olmadığını teslim etmeliyiz. Bu dönüşüm sürecinde Türk Lirası değer kaybediyor, enflasyon artıyor. Sürpriz var mı? Yok. Zaten işin kitabı böyle yazıyor. Peki milletin önemli bir kesiminin yaptığı bu geçici alım gücü erimesi fedakârlığı karşılığında büyüme artışı, işsizlik azalışı, dış ticaret düzelmesi sağlayabiliyor muyuz? Görünen o ki evet sağlayabiliyoruz. Büyüme, bu sene rekor seviye gelecek ve Avrupa ile aramızdaki gelişmişlik farkını birkaç puan daha kapatacağız. Geçen sene de bunu başarmıştık bu sene daha büyük fark ile başaracağız. İşsizlik azalıyor mu? Evet, ister TUİK verisine bakın, ona inanmıyorsanız sanayi tesislerine, çevrenizdeki eşe dosta sorun veya sanayide enerji tüketim miktarına bakın. Nereye bakarsanız bakın, işsizlik azalıyor. Dış ticaret dengesinde artıya geçtik, Türkiye artık ithal ettiğinden daha fazla ürün ihraç edebiliyor.

Peki, bu miktarda enflasyon beklentisi ve kur bozulması karşılığında bu seviyede büyüme ve işsizlik iyileşmeleri kabul edilebilir bir ödün müdür? Makul mudur? Sürdürülebilir midir? Bu sorunun cevabını vermek daha zor. Çok fazla faktör var. Hem millet olarak bizim birikimlerimiz hakkında vereceğimiz kararlar önemli, sanayicilerimizin, finans sektörümüzün, yabancı sermaye çevrelerinin ve elbette hükümetin kararları önemli. Gemide kürekleri hepimiz aynı yöne doğru çekersek Araf'tan hızlı çıkarız, herkes farklı yöne kürek çekerse Araf'ta işimiz uzar.

Sosyal Sınıflara Etki

Tüm ekonomik dönüşüm programlarında olduğu gibi bu programın da sosyal sınıflara etkisi farklı seviyededir. Bu program gerekli düzeltmeler yapılmaz ise zaten zengin olan üretici ve sanayici kesimi hızla daha da zenginleştirir, orta direk diyebileceğimiz sabit maaşlı kesimi fakirleştirir, gelirsiz olan işsiz kesimi ise küçültür. Yani en fakir segmentten orta direk segmente kayışlar olur. Toplam sistemin etkisine bakarsak topluma dengeli dağıtılmayan bir zenginleşme görürüz. Yaratılan ilave istihdam ile katma değer artışı sağlanır, üreticinin karı artar, büyüme sağlanır ve yurtdışından net döviz girişi artar.

Peki millet neden şikayetçi? Neden program güçlü şekilde desteklenmiyor? Öncelikle zaten zengin olup hızla daha da zenginleşen fabrikatör kesimin bir kısmı iki yüzlü olduğu için ses çıkartmıyor. Bu kesim aslında şu dönemde para basıyor (elbette istisnalar var). Orta direk şikayetçidir, haklıdır. Bu dönüşüm programının büyük yükü bu kesimin omuzundadır. İşsiz olup yeni iş bulan kesimin zaten pek sesi duyulmaz. Seçim döneminde duyacağız o kesimin sesini. Genel olarak sosyal medyada çok fazla sayıda trol yayın olduğunu da kabul etmeliyiz. Her kesim kim tarafından fonlanıyorsa onun propagandasını yapıyor. Bu dönem, böyle bir dönem.

Hükümet ne yaptı? Asgari ücreti artırdı. Neden? Çünkü orta direk kesimi korumak istiyor. Doğru karar mıdır? Doğrudur. Asgari ücret artışı daha düşük tutulsaydı belki makro göstergeler daha hızlı toparlayacaktı ancak hem eşitsizlik, hem sosyal problemler artacaktı, doğru karar verildi. Hükümet bilmiyor mu bu derece asgari ücret artışının enflasyon yaratacağını, rekabetçiliği azaltacağını ve kuru artıracağını? Biliyor ama paçaldaki sonuca bakarsak, büyümenin yarattığı zenginliğin daha dengeli topluma dağıtılması ve Araf'ta kalınan süre içinde orta direğin yükünün hafifletilmesi isteniyor. Konjonktürün en çok zengin ettiği özel sektör fabrikatör kesimden asgari ücret artışı ile orta segmente gelir aktarılıyor, makuldür.

Evdeki Hesap...

Hesabın biraz daha derinlerine girelim. Doların değer kazanma hızından bahsedelim ve milletin psikolojisinin ekonomik sisteme yansımalarından bahsedelim. Neden yukarıda yazdığımız ve kâğıt üzerinde güzel çalışacak gibi duran hesabın çalışmama riski var? Yukarıdaki hesapta gizli bazı varsayımlar var. Misal, yapılan ihracat karşılığındaki döviz Türkiye'ye getiriliyor mu? Finans kesimi özellikle özel bankacılık kesimi Araf ortamında spekülasyonu ve volatiliteyi artıracak işlemler yapıyor mu? Kimlere hangi seviyelerden TL kredi veriyor ve bu kredilerin ne şekilde değerlendirildiği takip ediliyor mu? Müşterilerini ne yönde kürek çekmeye yönlendiriyor? Özellikle büyük sanayiciler şahsi ve kurumsal hesaplarını nerede tutuyor ve bu hesaplarda nasıl değişiklikler yapıyorlar? Küçük tasarruf sahipleri Araf'ta nasıl davranmaları gerektiğini biliyorlar mı yoksa panik ve dezenformasyon altında birikimlerini bankadan çekmeye, yastık altına aktarmaya veya dövize geçmeye mi çalışıyorlar? Geminin tayfası fırtınalı havada dümen tutarken birbirlerine sırt yaslayabiliyorlar mı yoksa gemiyi sabote eden kundakçı eski tayfadan kalan çürük yumurtalar halen mutfakta koku yapıyor mu? Bu soruların cevaplarını biz bilemeyiz (bu verilerin çoğu kamuya açıklanmıyor), hükümet yetkilileri umarım biliyorlardır.

Yaşasın, MB Rezervleri ekside!

Merkez Bankası net rezervlerinin ekside olduğunu biliyoruz. Diğer politikalarında bu durum ile uyumlu olması durumunda bunda endişe edecek bir durum yok hatta avantajlı dahi denebilir. Merkez bankasında rezerv neden tutulur? Kriz dönemleri ve ani döviz ihtiyaçlarında piyasaya döviz verebilmek için tutulur. Bunun finansal sisteme maliyeti vardır. Merkez bankası (veya ilgili banka) faiz almadan döviz tutar yani sıfır faiz ile kaynak ülkeye (Amerika) borç verilir de denebilir. Maliyet özel banka tarafında mı devlet tarafında mı çok önemli değil sonuçta atıl bir kaynağın tutulması söz konusu. Eksi rezerv konusu swap yani takas anlaşmaları ile mümkün olabiliyor. Bu da gayet güçlü bir enstrüman ve teknik olarak aynı seviyede bir koruma ve güvence sağlıyor. Net rezervimizin 100 milyar dolar olması ile Çin Merkez Bankası ile 100 milyar dolar eşdeğeri bir takas anlaşması yapmamız arasında pek de bir fark yok. Fark şu: rezerv tutmanın veya takas güvencesi sağlama hizmetinin rantını ilk durumda FED, ikinci durumda Çin bankası yiyecek. Politik bir tercih. Türkiye'nin takas anlaşmalarını daha çok ülke ile ve daha yüksek montanlı yapması faydalı olacaktır. Özellikle Çin gibi bolca ABD hazinesi tahviline sahip ülkelerin sağlayacağı takas kanalı ve hacmi, TL ye karşı hamle yapan manipülatörlerin hesabını bozabilir. TL'nin seviyesini korumak için cephanemizin seviyesi bu takas hacimleri kadardır ve yüksek, esnek bir hacim seviyesini ilan etmek manipülatörlere cephanemizin miktarı konusunda gerekli mesajı verecektir.

Takas Anlaşmaları

Bu derece volatıl TL ile kim takas yapmak ister? Takas anlaşmaları akıllıca ve özel durumsal ihtiyaçlara göre tasarlanmalıdır. Sunulan takas rezervleri periyodik olarak geriye yönelik mahsuplaşılabilir ve risk primi maliyeti asgariye çekilebilir. Çin bize destek verir mi? Vermesini beklemeliyiz çünkü hem Türkiye'ye hem Çin'e karşı yapılan askeri ve finansal tehdit aynı cepheden gelmektedir. Elbette bu ilişkilerin sağlıklı yürümesi için diplomat ekibimizin yetkin olması gerekir. Çiller'in döneminden Çavuşoğlu dönemine kadar dışişleri bakanlarımızı göz önüne alırsak, o dönemde kadroya alına, terfi ettirilen ve bugünlerde etkili görevlerde olan diplomatlarımızın sadakati ve yetkinliği konusunda iyimser olamıyoruz. Temizlik gerekebilir. Çin Halk Cumhuriyeti devlet başkanı Sn. Cinping hatırladığım kadarıyla uzun yıllardır Türkiye'ye gelmedi. Bir uğrayıp Cumhurbaşkanımız ile yeşil çay içmesi, basına birkaç kare poz vermesi ve karşılıklı finansal istikrar anlaşması imzalanması piyasaların hararetini alabilir.

MB rezerv politikası dış politika konusudur ve stratejik karardır

Merkez Bankamızda 100 milyar dolar döviz tuttuğumuzu varsayalım. Bu tutulan para karşılığında Türkiye ABD’den veya başka bir finansal oyuncudan faiz almıyor. 100 milyar dolarlık kaynağı atıl yatırıyor diyebiliriz. Ancak bu para, olası krizlerde ülkenin yükümlülüklerini karşılayabilmek için veya finansal istikrar hedefleri için kullanılabildiğinden elbette ise yarayabiliyor. Diğer senaryoda, Merkez Bankamızın reel rezervinin eksi 100 milyar dolar olduğunu varsayalım. Bu durumda faizsiz atıl döviz cinsi kaynak yatırmadığımızı düşünebiliriz. Yangın söndürme ve kur istikrarı gibi konuları ise takas anlaşmaları ile yönetebiliriz. Bugünlerde yapılan da budur. İşe yarıyor mu? Benim gördüğüm yarıyor. Eksi döviz rezervinin sağladığı finansal fayda ve swap anlaşmasının maliyetini karşılaştırmak gerekir. Bazı ekonomi uzmanları ve vatandaşlarımız "Merkez Bankamızın rezervleri bitti, yediler bitirdiler ülkenin paralarını vah vah" turu yakınmalarda bükünüyorlar, oysa atıl duran kaynakların maliyetini bilseler belki de bayram yapacaklar, "ne güzel boşa elin yabancısına faizsiz borç para vermiyoruz, kaynaklar sanayiye, yatırıma aktarıldı, aferin Merkez Bankası yönetimimize" şeklinde. Merkez Bankası'nda yüksek döviz rezervi tutmak bir amaç olamaz, daha iyi bir araç bulunana kadar kullanılabilecek bir finansal istikrar aracı olabilir. Bu karar sadece finansal değildir, politik ve stratejik te bir karardır. Yurtiçi politikadan çok, yurtdışı politika seçimi ile ilgilidir.

Kur Korumalı Vadeli Hesap (KKVH) istikrar getirecek mi?

Hükümetin açıkladığı kur korumalı vadeli hesap sistemi, döviz kurlarında hızlı bir geri çekilme etkisi oluşturdu. Bu sistem daha önce başka ülkelerde uygulandı mı Nasıl sonuçlar doğurdu? Buna bakmak lazım. Görebildiğim kadarıyla bu hesap turu avantajlı bir hesap. Döviz artmaz ise, döviz bazında yüksek getiri imkânı sağlıyor. Döviz artar ise zaten o artışı eşitliyor. Hükümet "kaybetmek yok" anlamına gelen bir enstrümanı tasarruf sahiplerinin kullanımına sunmuş oldu. Bu sistem kesin başarılı olacak veya kesin başarısız olacak diyemiyorum ancak cesurca ve doğru yöne atılmış bir adım gibi duruyor. Yurtiçi dolarizasyon sorununu azaltacaktır. Yastık altı döviz/altını kısmen bankacılık sistemine çekebilecektir. Vatandaşlardaki birikmiş döviz hesaplarını hazinenin kullanımına sunabilmek hazinemiz için de olumlu bir adımdır. Londra ve NY'da oturan bir avuç milyarder finans hokkabazından bir sürü ilave şart eşliğinde alınacak yüksek maliyetli döviz kaynakları yerine on binlerce küçük yatırımcımıza eşdeğer kaynağın aktarımı daha doğru bir politikadır. Bu hesap türü ile yurtdışındaki Türklerin hesaplarının bir kısmı da sisteme çekilebilir. Kötü senaryoya bakalım. Bir süre sonra bozulacak dövizler bozulacaktır ve TL talebi azalacak ve normal seviyeye gelecektir. Bu seviyede yabancı spekülatörlerin saldırısının güçleneceğini ve kurun indirilip çıkartılacağını varsayalım. Her kur çıkışında hazine döviz korumalı hesaplara TL ödeme yapacaktır ve bir süre sonra piyasaya sürülecek fazla TL miktarı ile enflasyonist baskı oluşabilir. Diğer taraftan yüksek sermaye getirisi elde eden kesim ile sermaye birikimi olmayan kesim arasındaki servet farkının açılması sosyal eşitsizlik problemini artırabilir.

Yabancı manipülatörlerin TL piyasası gibi yeterli derinliği olmayan piyasalarda temel olarak yaptığı işlem yüksek miktarda dövizi hızla Türk piyasasına sürmek ve bir süre sonra hızla çıkarmaktır. İki durumda da kurda sert hareketler olur. Özellikle hızlı çıkış durumlarda kurun hızlı yükselmesine TCMB'nin döviz rezervi satarak müdahale ettiği durumlar olabilmektedir. Sanıldığının aksine bu tür hareketler yabancı manipülatöre daha düşük maliyet ile piyasadan çıkma imkânı sağlar. Oysa kurun hızı yükselişine izin verildiği durumda manipülatör, TL bazındaki kazancını yüksek kurdan dövize dönmek durumunda kalır ve hem sermaye kaçışı yavaşlatılır hem yabancının kaçış maliyeti artırılır. Yabancı piyasadan çıkarken yüksek miktarda reel kazanç transfer etmesi istenen bir durum değildir ve yüksek kur bu sonucu sağlayabilir. Çıkış sonrasında diğer şartlarda değişiklik yok ise kurların normal seviyeye gelmesi beklenmelidir.

Son birkaç haftada hatırlarsınız USD/TL paritesi 10 TL civarlarında hızla 17 TL lere çıktı ve sonra açıklanan tedbirler ile tekrar 11 lere düştü ve bugünlerde 13 TL ler seviyesinde. TCMB, 16-17-18 seviyelerinden USD satışı yaptı ve kurun diğer tedbirlerin de açıklanması ile düşmesi ile büyük bir kur farkı kazancı elde etti. Bu performanstan dolayı TCMB’yi alkışlamalıyız. Nasıl ki düşük seviyeden USD satıldığında ve talebin onu alınamayarak kur artışı ve TCMB’nin zarar etmesi durumunda eleştirmeyi bildiğimiz gibi doğru seviyeden yapılan satışlar ve bunu destekleyici diğer politikalar ile TCMB büyük kur geliri yarattığında alkışlamayı da bilmemiz gerekir. Merkez Bankası'nın rezervleri ekside dahi olsa doğru seviyeden satış yapabilmesi gayet doğrudur. Tahmin ediyorum manipülatörler (ve kuyruğa takılan yerli oyuncular) bir dahaki kur saldırısında takkeyi önlerine koyup bir daha düşüneceklerdir. TL piyasası öngörülebilir gelecekte görece sığ bir piyasa olmaya ve manipülasyonlara hedef olmaya devam edecektir ancak yeni araçların bu mücadelede devreye alınması olumludur.

Neler yapılabilir?

1) Hükümetin altın hesaplarında da benzer şekilde çözülme ve TL ye geçiş istediği anlaşılmaktadır ve bu da doğru bir politikadır. Döviz korumalı hesabın yastık altı altın birikimlerinin ve BES sistemindeki döviz ve altına endeksli hesapların çözülmesi için teşvik edilmesi faydalı olabilir.

2) Yurtdışı ikametli Türklerin de bu kur korumalı hesapları kolayca internet bankacılığı üzerinden açarak yurtdışındaki birikimlerini transfer edebilmelerine olanak sağlanabilir.

3) Yurtdışındaki Türk bankalarında bu hesapların açılması sağlanabilir. Misal İngiltere'de yaşayan Türk vatandaşı, Ziraat bankası veya İş Bankası’nın Londra şubelerinden bu kur korumalı TL vadeli hesapları açmaları sağlanabilir.

4) Kur korumalı vadesiz hesaba yatırım yapan fonlar oluşturularak BES ve benzeri piyasalarda işleme açılabilir.

5) Türkiye’de yabancı para ilintili hareket ve hesapların istatistikleri ve raporları geliştirilmelidir. Ödemeler dengesi vb. hesaplar çok geç açıklanıyor. Hata payı olsa dahi daha sonra düzeltilmek üzere önce geçici ödemeler dengesi hesabı açıklanabilir sonra kalıcı olarak düzetmesi yayınlanabilir.

6) İlgili kamu birimlerinde bankacılık sermaye hareketleri, bankacılık dışı finans sektörü sermaye hareketleri, üretim sektörü dış ticaret döviz işlemleri, kredilerin takibi konularında gerçek zamanlı veri aktarımı, gözlemleme ve takip sistemi kurulabilir.

7) Döviz alış ve satışı işlemlerine getirilecek bir düzenleme ile sürekli olarak döviz satışı teşvik edilerek döviz alışı pahalı hale getirilebilir. Misal bankalar, aracı kurumlar, gerçek kişiler döviz bozdurduklarında gerçek zamanlı TCMB verisinin kullanılması zorunlu kılınabilir. Yani döviz bozduranın parite ve komisyon veya işlem masrafı kaynaklı kaybı olmaz. Ancak döviz alımında bu tür masrafların oluşmasına izin verilebilir.

Sonuç

Türkiye, kur korumalı hesap yöntemi ile kur volatilitesini azaltmayı başarabilirse, dolarizasyonun önüne geçebilir ise bu sistem birçok gelişmekte olan ülkeye örnek olabilir ve gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere dolaylı olarak akan senyoraj benzeri gelirlerinin azaltılmasının yolu açılabilir. Getirilen sistem win-win bir sistem değildir. Türkiye'den USD ve EUR kaynak ülkelerine akıtılan "faiz ödemesi benzeri" transferler reel olarak azalacaktır ve başka ülkelere örnek olma riski mevcuttur dolayısı ile ABD'nin USD baronlarından karşıt hamle beklemeliyiz.

Türkiye, neo-liberal ekonomi politikalarından, Milton Friedman'ın liberteryen finans ekolünün temsilcisi olan (Türkiye bayisi diyelim) ekonomist/finansçıların rotasından çıkma sürecindedir. Bir ayağımızı kamucu, üretimi ve istihdamı öncelikleyen kalkınmacı politikalar dünyasına attık. Kur korumalı hesap sistemi tek başına kalıcı istikrar sağlayamayabilir ancak buna benzer adımların devamını beklemeliyiz. Milli ekonomi politikalarının arkasında sağlam durmalıyız, bu cephedeki bürokratlarımıza güvenmeli, yeterli hareket sahasını açmalı ve kurda kuşa yem olmalarına izin vermemeliyiz. Türkiye dış ticaret açığı probleminin üzerine gitmiştir ve büyük ölçüde dengeyi sağlamıştır yani kur volatilitesinin kök sebebini çözdük. Temeller sağlam. Manipülatör ve kundakçılar ile hesaplaşmaya kaldı iş. Yabancı kur saldırıları olmasa bile isteyerek veya istemeyerek yurtiçi yerleşiklerin döviz talebi veya yurtdışı transferleri de benzer etkiyi yapabilir. 2022'de gelişmiş batı ekonomilerinden Türkiye'nin finansal ve ticari gelişimini, istikrarını engellemeye yönelik hamleler gelecektir, yerli işbirlikçiler her zamanki gibi kullanılacaktır, hazırlıklı olmalıyız. Finansal piyasaları daha iyi ve derinden takip edebilmek için, mücadelede yeni enstrümanların geliştirilmesi için çalışmalar yapmalıyız.

Hükümetin kamu yönetiminde ve politika yapımı süreçlerinde ehil kadrolara görev verdiğini göstermesi gereklidir, bu şekilde güveni artırabilir. Bugün itibariyle kamu yönetiminde ve politika yapıcı kadrolarda ehil kadroların eksikliği, seçme ve yerleştirme süreçlerinin zayıflığı hayli görünür durumdadır. Yüksek yetkinlikte, vatansever, yedi ateşten geçmiş kadrolar, ekonomi yönetimi dahil her alanda vatan görevlerine hazır beklemektedir, hükümetin nereye bakacağını bilmesi gerekir.

# ekonomi # Merkez Bankası # ekonomi haberleri # ekonomi yazıları