Ragıp Ferda AYDINALP

Ragıp Ferda AYDINALP

Cephe

Kadim Mısır kumaşı

Geçen hafta bir grup gezgin ile uygarlık tarihinin önemli merkezlerinden biri olan Mısır’daydık. Beş gece altı gün süren turumuzda Kahire ve Sharm el Sheik’in turizm hazineleriyle buluştuk. Kahire Giza’da; üç büyük piramitle beraber diğer altı piramiti görme imkanı bulurken Papirüs ve Parfüm müzeleri, Gran Museum, Civizilation Museum, Kahire Müzesi, İmam Şafi cami ve türbesi, Khan el Halili tarihi çarşısı, Tahrir meydanı, Nil Nehri bizleri büyüledi. Kahire’den Sharm el Sheik’e karayoluyla ulaştık. Güzergahta Hz. Musa’nın iman yolculuğuna güzergah olan Sina çölünde mola verdik, bol bol fotoğraf çektik. Kızıldeniz bizleri hayran bıraktı; denizaltı turunda mercanların büyülü dünyasına çekildik, akşam saatlerinde katıldığımız çöl safari turunda atvlerle çölün gizemli atmosferine bıraktık kendimizi... 6-7 bin yıllık maziye sahip Mısır’ın turizm hazinelerinin sırları hala çözülebilmiş değil. Piramitler onca bilimsel analize rağmen sırlarını muhafaza ediyorlar. 4500 yıllık mumyalar bizleri misafir ederken müzelerinde; Tutankamon, II. Ramses, Setiler saçlarıyla karşılıyorlar bizleri... Bu kadim kültüre hayranlığımız her geçen gün artıyor. Şu ana kadar dikkat çekmeye çalıştıklarımız turizm penceresinden gördüklerimiz... Ne var ki günümüz Mısır’ına sosyo-ekonomik açıdan baktığımızda durum hiç de iç açıcı değil. Halkın yarıdan fazlası yoksul. Asgari ücret 7000 lira ile sınırlıyken ortalama yıllık gelir 4000 USD bandında. Resmi verilere göre yıllık ihracat 35 Milyar, ithalat 68 Milyar USD; bir başka deyişle Mısır Cumhuriyet devlet bütçesi her yıl 33 Milyar USD açık veriyor. Suudi Arabistan, Çin, ABD, İtalya, Almanya, Körfez Ülkeleri başlıca ticari ortak grubunu oluşturuyor Mısır’ın. Mineral yakıtlar, ham pamuk, altın, ham petrol, azotlu gübreler ve narenciye Mısır’ın ihracatında yer alırken; mineral yakıt, tahıl, makineler, elektrikli-elektronik aletler, ilaç ve rafine petrol ithalat kalemleri arasında dikkatleri çekiyor. Mısır ekonomisi üretim ağırlık bir ekonomi değil, Mısırlılar sahip oldukları petrolü bile işleyemiyorlar, pamukta da durum aynı, ham pamuk sadece ihraç ediliyor, tekstil fabrikalarında ham madde olarak işleme alınamıyor. Mısır’da demokrasi, insan hakları, kültürel-sanatsal yaşam da çok çok gerilerde. Hükümetler genellikle darbeleri takiben kuruluyor. Kanlı terör olayları ara ara dünya gündemini Msır’dan işgal ediyor, bu gerçeklikten en çok etkilenen de kuşkusuz turizm sektörü... Çarşıya-pazara, esnafa, işadamına, gençliğe, turizmciye baktığımızda iktidara inancın kalmadığı görülüyor. 20 milyonluk başkent Kahire’nin büyük bölümü sefalet içerisinde. Özellikkle binlerce yıllık geçmişe meydan okuyan Giza’da, Piramitlere bir kaç km mesafede deve sidikleriyle çöp yığınları birbirleriyle yarışıyor, yarışı izleyenler ise kir pas içinde elbiseleriyle sokakta bir şeyler atıştıran binlerce insandan başkası değil. Firavunlara, Abbasilere, Fatimilere, Osmanlılara ev sahipliği yapan, onların eserleriyle turistlerden para kazanan Mısırlılar kendi trafiklerini bile düzenleyemiyorlar. Trafik lambaları sayılı, kuralsızlığın kural olduğu bir trafik kültürü, 1 Dolara boncuk satmak için dizlerinize sarılan sokak satıcıları ve dahası... İmam Şafi’nin yaşadığı, tarihi ev, dükkan, hamam, cami vb. sosyal yaşam alanlarının bulunduğu Eski Kahire bölgesi ise turistleri kahrettiren trajik bir görünüme sahip; birbirinden özgün ve muhteşem yapılar sefalete, yıkılmaya terk edilmiş durumda. İnsan oraların özgünlüğü korunarak restore edilmiş halini yahal etmekten kendini alamıyor... Peki, 4500 sene önce, pi sayısı bilinmeden evvel, 146 metre yüksekliğe 2,5 ton ağırlığındaki taş blokları yerleştirmeyi başaran, 4500 yıl atalarının cesetlerini muhafaza edebilen kadim Mısır milleti bugün niçin yoksul, sefalet içinde, demokrasi-kültür-sanattan ve bilimden uzak, emperyalist güçlerin cirit attığı/ekonomilerine çöktüğü bir ülke olmaktan kendisini kurtaramıyor? Bize göre Mısırlılar milli bilinç ve kültürden uzak, halk gücünün ve değerinin farkında olmayan, devlet birikimi ve geleneği oluşmamış, gerek yöneticiler gerek geniş halk kitleleri olarak emperyalizmle mücadele ihtiyacı ve zorunluluğunun farkındalığını yitirmiş, jeopolitik güçlerinden rasyonel ve milli çerçevede faydalanamayan; sanat, spor ve okumaya/sorgulamaya kapıları kapalı bir yaşam kültürünü benimsemişlerdir. Çok güzel bir kumaşa sahip olan Mısır’dan çok şık bir elbise yapılamıyor. Kumaş onun bunun elinde, yıllardır çekitirilip duruyor. Elbette emperyalizmin hedefinde olan her halk için olduğu gibi Mısır için de umudumuzu kaybetmeyeceğiz., bir gün gelecek kumaşın gerçek sahipleri bu kadim kumaştan çok güzel ve ebedi bir elbise dikecek...

Yazının Devamı

Sosyal varoluşun dayanakları ve tam bağımsızlık

Sosyal varoluşumuz iki temel kültürel kimliğe bağlıdır: itaat eden kimlik, kendini gerçekleştiren kimlik. Bunlardan hangisine sahip isek, ona göre bir hayat kurgularız. Bu iki kimliğin karıştığı yaşamlar da var tabii.

İtaat eden kimlik, okumaktan, sorgulamaktan, diğer kültürlere açık olmaktan fersah fersah uzaktadır. İçinde bulunduğu aile, mahalle, kasaba, köy, şehir ve ülkenin değerlerini yüzde yüz kabul eden bu kimlikte, dini kabuller belirleyici ve referans noktasıdır. Bağlı olduğu sosyal grup hangi siyasi partiye oy verirse bu kimlik sahibi o partiye oy verir; bağlı olduğu sosyal grup hangi mezheptense, bu kimlik o mezhebin koyu savunucusudur.

Onun namus anlayışı, müzik kültürü, komşuluk ilişkileri hatta damak zevki, bağlı olduğu sosyal grubunkinden asla farklı olamaz. O tam bir itaatkârdır; o değerlere boyun eğmiş, “tav” olmuştur (etimolojik).

Yazının Devamı

Gezgin de nasıl gezgin

 Seyahat kültürünün  yaşamımıza gireli çok oldu, etkisi ise her geçen gün artıyor. Yeme-içme, barınma, sosyo-ekonomik güvence ihtiyaçlarımıza ilave olarak seyahat de ihtiyaçlar piramitinde yerini aldı. Bütçemize göre seyahatler yapıyoruz. Gezme, görme, eğlenme ve bilgilenmeyi çatısında buluşturan seyahatler kimiz zaman önceliğimiz de oluyor. 

Seyahatlere çıkan/katılan bizler de gezginler olarak tanımlanıyoruz. Kimliği, özellikleri olan bir tip. Bu yazımızda ülke genelinde olması gereken gezgin kimliği ile milli kimlik arasındaki bağı irdeleyeceğiz. Biz gezginler kimi zaman kendimiz kimi zaman da organize edilmiş tur paketleri satın alarak seyahatlere çıkıyor, turlara katılıyoruz. Amacımız gezerek, görerek, eğlenerek öğrenmek, bilgilenmek, öğrendiklerimizle hayatımızı ve ülke kültürümüzü zenginleştirmektir. Bu temel amaç ne yazık ki pratikte özünden sapmış durumda. Emperyalizm tarafından milli kimlik, değer ve iadeallerle bağı kesilen gezgin yurttaşlarımız bilgilenme yerine tarihi ve turistik bölgelerde  yeme-içme-eğlenme aktivitelerine dahil olmayı sadece fotoğraf, video çeken tipler olmayı tercih ediyorlar. Seyahatlerin finali tüm görüntülerin soyal medyaya servis edilmesiyle yapılıyor... 

Milli Kurtuluş Savaşımız Anadolu’nun tarihinden, kültüründen, değerlerinden, coğrafi zengiliğinden oluşan birikimle, ruhla kazanıldı. Ege’nin efesi, Trakya’nın kızanı, Çankırı’nın yareni, Kırşehir’in abdalı, Elazığ’ın gakkoşu, Erzurum’un dadaşı, Sivas’ın yiğidosu, Karadeniz’in uşağı, Torosların yörüğü, Urfa’nın çeteleri hep bir olup vurdu emperyalizme. Her birinin mermisinde, süngüsünde, topunda yüzyılların ruhu -tarihi, kültürü-değerleri-coğrafi hakikati- vardı. Bu ruhları birleştiren Sarışın Kurt da yine bu toprakların mazisinden, hakikatinden aldığı kuvvetle paralosını haykırdı: ‘Ya İstiklal ya ölüm...’ ve zafer... Bugünlere geldik, çok şükür. Ege’nin saklı köylerinde geziyor, deniz-kum güneşinden faydalanıyor, antik kentlerinde dolaşıyoruz; Mezopotamya’nın gözdeleri Urfa, Diyarbakır, Mardin, Adıyaman, Maraş, Gaziantep’e GAP turlarıyla gidiyoruz; Batı-Doğu Karadeniz turlarımız Batum’a kadar uzanıyor; Doğu Ekspresi turlarımız Ankara’dan başlıyor Kars’a kadar ulaşıyor; Akdeniz’de deniz-kum-güneş ve antik kentlerin izleriyle buluşuyoruz; adalarımız, yaylalarımız, kanyonlarımız, mağaralarımız, Selçuklu-Osmanlı-Bizans- Anadolu mimari mozayiği ile oluşmuş beldeler bizleri bekliyor her daim; tüm bunlar bizlerin milli hazineleri ve bağımsızlık, gelişme yollarında esin kaynaklarımız. Ne var ki evlerimize döndüğümüzde bizlerde kalan sosyal medyamızda paylaştığımız yüzlerce fotoğraf ve dostlarımıza anlattığımız damak zevklerinden öteye geçemiyor; çoğunun izi kalmıyor dimak ve ruhlarımızda. Rehber Maraş’ta Sütçü İmamı anlatırken Maraş dondurmasını ne zaman yiyeceğimizi soruyoruz; Kars’ta Kafkas Müzesi’nin segilediği trajedi ve kahramanlık mazisi gözlerimizin önündeyken graveyer ve kaşar alışverişi aklımızda; 24 bin kişilik Efes antik kenti tiyatrosunda 8000 yıllık tarihin aşamaları anlatılırken güneşten kaçma derdine düşüyoruz; Ihlara vadisinin kiliseler koridorunda ‘bu kadar yol yürünür mü’ sorusunu soruyoruz; hediyelik eşya ve lezzetlere yüzlerce lira vermekten çekinmezken Bergama antik kentine çıkmak için 350 liralık teleferik ücretini pahalı buluyoruz; Trilye’de Taş Mektep, Dündar Evi arka sokakta bizleri beklerken, biz zeytin ve zeytinyağı dükkanlarına hücüm ediyoruz; mağara, kanyon ve adaları  sadece dekor olarak algılıyoruz; oluşumları, jeolojik geçmişleri zerre umrumuzda değil. Görme şansını yakaladığımız yerleri milli kültür/zenginlik/hakikat  kapsamında değerlendirmiyoruz. O hazinelerden haz, şevk alıp  kişisel gelişimimize, milli gelişimimize katkı sağlamıyoruz, tam bağımıszlık yolumuzda bizi biz yapan, itici güç olan değerlerin farkında değiliz. Bunun farkında olanların, emperyalistlerin oyununa geliyoruz, talimatlarına uyuyoruz: ‘Öğrenme, gelişme, ülkene birşeyler katmana gerek yok, ye-iç-eğlen, alışveriş yap, sosyal medyada yüzlerce fotoğraf paylaşarak ne kadar farkılı biri olduğunu göster; Sütçü İmam’dan sanane Algida’nın da Maraş dondurması güzel onu da tat; Erzurum Kongresi binasına girip de ne yapacaksın, vatan bütündür, bölünemezmiş sanane, 200 metre yukarıda cağ kebapları, kadayıf dolmaları, oltu taşından hediyelikler seni bekliyor, sizdeki bu mağaraları, yaylaları, kanyonları abartma, Avrupa’da, İskandinavya’da neler var biliyor musun...’ Evet değerli okur, seyahatteyken gezgin kimliği ile alakası olamayn bir kimlikle geziyor ve evlerimize dönüyoruz, yüklenmeyen seyahat fotoğraflarını vakit kaybetmeden sosyal medyamıza yüklüyoruz; yüzümüzde gururlu bir ifade....Gözümüz sosyal medyamızdaki ‘like’larda iken keyifle haber kanallarını açıyor, karşı partiye  veryansına başlıyoruz: ‘Bunlar vatan haini, memleket için bir çivi çakmazlar, alçaklar, ülkeyi mahvettiniz, yakışıyor mu yaptıklarınz bu güzel ülkeye’ ve de dahası... Şimdi sormayalım mı:  ‘Gezgin de nasıl gezgin?’ Halk Ozanı Seyyahi’den bir şiir ile bitirelim: ANADOLU Ayağımda yemenim,Şilebezi mintanım.Sekiz köşem Harput'tan,O dildadem çaputtan…    Sarıkızım Bitlis'ten,Kaçağımsa Kilis'ten,Yanık bozlak okurum,Aşk heybesi dokurum... Tekirdağ'dan has rakım,Bursa'dandır şu çakım,Bir hoyratım Urfa'da,Horon'dayım ben Of'ta... Aydın'dayım dil incir,Sinop'tayım kol zincir,                                                                  Galata'da berduşum,Mevlana'yla bir hoşum...  Oltutaşı tespihim,Beyoğlu'nda sefihim,Akif ile coşarım,Neyzen ile koşarım... Seyyahiyim, Sivas’ımKongre’de, halasım,Pirsultan’ım; duy Hızır,Veysel’den aldım; huzur.

Türk gencin Japonya’daki ölümüyle ilgili şok ayrıntılar: Kanlı kıyafetler ve kaybolan pasaportDünya
Yazının Devamı

Turizm sektörüne milli bakış

İlk altı ay ölçeğinde geçen yıl ile kıyaslama yapıldığında ülkemize gelen yabancı turist sayısında %1’lik  azalma dikkatleri çekiyor.  Uzun yıllar düşük seviyede olsa da bir önceki yıla göre turist sayımızda artış olurdu. Bu yılki gerileme ciddi bir uyarı niteliğinde. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın verilerine göre ülkemize gelen ziyaretçi sayısı 26 milyon 388 bin. Turist sayısındaki mevcut durum yüzleri güldürmüyor...

Bu stratejik uyarıyı dikkate almak zorundayız. Tabloya baktığımızda anlıyoruz ki; turizmde de milli politikalarla hareket, turizmin Anadolu’ya yayılması ve çeşitlendirilmesi, ekonomik ve siyasi tutarlılık hayati derecede önem arz eder hale gelmiştir.

Ekonomik tutarlılıkla başlayalım. Eurostat verilerine göre Avrupa genelinde son bir yılda lokanta ve otel fiyatlarında artış yüzde 4 ile sınırlı kalırken ülkemizde artış bandı yüzde 36’lara ulaşmıştır. Türkiye artık yeme içme, konaklama ve ulaşım sektöründe Avrupa’dan daha pahalı bir destinasyon olmuştur. İktidarın yüksek faizi ile TL’yi değerli tutma politikası da ters tepmiştir. Türkiye döviz bazında da artık pahalı bir ülkedir. Mevcut ekonomik program sanayi ve tarımda olduğu gibi hizmet sektöründe de daralmaya götürüyor ekonomimizi. Fatura ise turist sayısındaki azalma olarak önümüze bırakılıyor.  Sosyal medyada Türkiye’nin turizm açısından pahalı bir ülke olduğunu gösteren videolar süreci olumsuz etkiler vaziyette. Bodrum’da lahmacunun 1500 liradan satılması, afaki şezlong fiyatlarının lanse edilmesinin olumsuz etkisi oldukça fazla. Bu paylaşımların milli hassasiyetle hiçbir ilgisi yoktur, aksine ülke turizmine zarar veriyor. Döviz girişlerimiz her geçen gün azalıyor, bu da ülkeyi dış finansman teminine götürüyor, bir başka deyişle faiz ile para aramaya... Ayrıca hizmet sektörümüz hizmet enflasyonu ile boğuşuyor; girdiler kontrol merkezinden çıkmış durumda; elektrik, doğalgaz, su, haberleşme faturaları; sebze, meyve, ekipman, et, kahvaltılık fiyatlarındaki artışlar, araç ve tesis kira bedellerindeki zamlar turizmcinin belini büküyor, emperyalist kültürün aşıladığı ticari ahlaksızlık halkası da sektöre eklenince yabancı turist ülkemize gelmekten vazgeçiyor. Döviz kuru politikası, yüksek faiz turizmciyi sona yaklaştırıyor. Sektördeki gerileme bir milli sorun olarak ele alınmalı, ekonomik istikrar sağlanmalı, Hazine ve Maliye Bakalığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı sorunu masaya yatırıp etkili, verimli, kârlı sonuçlar elde etmelidir.

Yazının Devamı

Ulusal medya kuruluşları ve milli kültür

Kitle iletişim araçları/medya hayatımızda çok önemli bir yere sahip oldu. Tutum, davranış, beklentilerimiz üzerinde oldukça etkililer. Tabletler, cep telefonları, bilgisayar ve TV kanalları neredeyse vazgeçemediklerimiz, zamanımızın işgalcileri... Zihnimizi doğrudan hedef olan kile iletişim araçları, ulaşım kolaylığı ve ekonomik olmaları sebebiyle de hayatımıza çok kolay ve hızlı bir şekilde girebiliyorlar; bir tuş/tık mesafesindeler. Ne var ki bu kolaylık bizleri tiyatro ve sinema salonlarından, konserlerden, kültür sanat faaliyetlerinden, spor müsabakalarından uzaklaştırdı. Düşünme, sorgulama, bilgilenme kanallarımız kapalı. Komik videoların, magazinel görüntülerin, mafyatik ve milli kültürden uzak suni dizilerin, sözde çarpıcı bilgilerin esiri olurken bilim, ahlak, sanat, kültür dünyalarından bihaberiz. Üzerinde duracağımız bir nokta daha var ki; o da yazımızın temel konusunu oluşturuyor: Ulusal medya şirketlerinin ‘Milli konu ve faydalara kendilerini kapatmış olmaları’. Milli hedef ve gerçekleri konu alan haber, film, dize vb. programlar yok denecek kadar az. Çok izlenen TV programlarının haber kanallarına baktığımızda izlediğimiz iktidar ve muhalefet partisiyle ilgili haberlerin, gazetelerin üçüncü sayfa haberleri türünden cinayet, yolsuzluk, trafik kazası haberlerinin; ünlülere dair bir iki haberin ötesinde değil... Spor bültenleri de son derece sığ. Futbol haberlerinden başka haber yok. Bu ülkenin bilim adamları hiçbir şey yapmıyor mu? Tarım diye bir alan yok mu? Spor futbol ile mi sınırlı? Resim, bale, tiyatro, el sanatları, opera sanat dallarında hiç mi faaliyetimiz yok? Spor, sanat, bilim, kültür sahalarındaki gelişmeleri kamuoyu ile paylaşmak milli menfaate ve yükselişe hizmet etmez mi? TV kanallarının temel görevi mal hizmet tanıtımı ve sığ programlara mı imza atmaktır? Milli tarihimiz, dilimiz ve kültürümüzle ilgili programlar yapılamaz mı? Anlıyoruz ki çok sayıda ulusal medya şirketi mevcut yayın politikalarıyla karlarına kar katarken kalitesi düşük, milli yapı ve kalkınma ile alakası olmayan, gerçek dışı dizi ve eğlence programlarıyla halkı uyuşturmakta, milli bilinçten uzak programlarla emperyalizme hizmet etmektedirler. Yarışma programlarında rakibi alçaklık pahasına köşeye sıkıştırmak ne yazık ki yüceltiliyor. İnsanların özel yaşamları, ahlaki değerleri reklam konusu olmuş durumda. Alt kültür yüceltilirken halk kültürü ve evrensel kültür değerleri ayaklar altına alınmıştır. Cehaletleriyle dikkat çeken bir grup şarkıcı/türkücü halkın sanatçıları olarak lanse edilmekte, TV programlarında ve konserlerde dinleyici ve izleyicilerle olan iletişimlerinde cehalet ve bayağılık çukurlarına yuvarlanmaktadırlar. Kar putuna hizmet etmeyi millete hizmet etmenin önüne alan medya kuruluşları milli kültür için büyük tehlikedir. Bu çürük yapı yıkılmalıdır. Bilim, kültür, sanat, spor, felsefe, tarih, evrensel değerler, ahlakla ilgili öğretici, aydınlatıcı, bilgilendirici yayınlar hazırlanmalıdır. Bilgilendirme, haberdar etme, eğlendirme ve ürün-hizmet tanıtımı temel fonksiyonlu kitle iletişim araçlarının kimliğine milli menfaatlere hizmet ve milli yaşamı zenginleştirme fonksiyonları da ilave edilmelidir. Bunu gerçekleştirecek olan da kurulacak olan Milli Hükümetten başkası değildir...

Yazının Devamı

İtibardan tasarruf olur; üretimden/yatırımdan tasarruf olmaz…

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ve Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek tarafından 7. Tasarruf Paketi açıklandı. Kamuda Tasarruf ve Verimlilik olarak bilinen pakete özellikle emekçilerden tepkiler büyüyor.

Biz de paketin ekonomik zorluklara çözüm olamayacağı kanaatindeyiz; bu hafta sütunlarımızı bu konuya ayırdık.

Halk arasında israftan kaçınma olarak bilinen ‘Tasarruf’a etimolojik açıdan yaklaştığımızda tasarrufun Arapça ‘şrf’den yani ‘harcama yetkisine sahip olma, idare etme, işleme’den geldiğini görüyoruz. İktisadi olarak ise İngiliz iktisatçı Keynes’in üzerinde durduğu gibi ‘tasarruf yatırımla eşitlenen’ çok önemli bir kavram olarak çıkıyor karşımıza.

Yazının Devamı

Büyük devrimci Ebuzer’in yolunda

Bayram tatilinde geç de olsa İranlı filozof Ali Şeriati ile ‘tanışma’ şansına nail oldum. Felsefi romanı Ebuzer fikri ve manevi dünyamı derinden etkiledi; Hz. Muhammed’in ‘Hz. İsa’nın zahitliğini merak ediyorsanız Ebuzer’e bakın…’dediği Ebuzer mutlaka bilinmeli, mutlaka rehber edinilmelidir… Bu hafta sizlere peygamberin yakın dostu Ebuzer’in çağları aşan devrimci ve insani mücadelesini aktarmak istiyorum.

Hz. Muhammed’in Allah’ın dinini tebliğ etmeden üç yıl önce putperestliğe ve haksızlığa savaş açan Ebuzer, Muhammed insanlık önüne çıkınca koşa koşa Gifar’dan Mekke’ye ulaşıp ‘Hakikatin Mektebi’ Ali aracılığıyla Muhammed ile buluştu; Rebeze çölündeki açlıktan ölümüne kadar geçen dönemde de ilim, ibadet, zalimle mücadelede yolundan hiç ayrılmadı.

Dördüncü Müslüman Ebuzer, ashabın(yoldaşların) içinde ayrıcalıklı konumuyla silahlı peygamber Muhammed’in sevgi ve saygısına mazhar oldu. Yiğit Ebuzer, sınıfsal ayrıcalık atmosferinde adalet için özellikle Emevi zulmünün şiddet, işkence, sürgün uygulamalarına rağmen mücadele etti. İslam devriminin yılmaz öncülerinden belki de en önde olanı Ebuzer savaşlardaki cesaretiyle dikkatleri üzerine çeki. Savaş dışı dönemlerde ise ilim, ibadet, kamu yararı ve adaleti yönünde ölümü göze alan Ebuzer devrimci kimliğinden zerre ödün vermedi.

Yazının Devamı

AKP niçin kaybetti?

31 Mart Yerel Seçimini geride bıraktık. 22 yıldır tüm seçimlerden birinci olarak çıkan AKP ilk defa ikinciliğe geriledi. Özellikle AKP seçmeninde soğuk duş etkisi yapan seçim sonuçları ülke gündeminde uzun bir süre tazeliğini koruyacağa benziyor. AKP Genel Başkanı Erdoğan gerilemenin nedenlerini kendince sıcağı sıcağına balkon konuşmasında açıkladı. Erdoğan’a göre yenilginin nedeni Pandeminin uzayan etkileri, Ukrayna-Rusya savaşı ve ekonomiye yansımaları, teşkilat ölçeğinde kibir ve halktan uzaklaşma.

Biz bu maddelerin etkilerini elbette kabul ediyoruz; ne var ki AKP’nin oy kaybının nedenlerinin bu maddelerle sınırlı olmadığını düşünüyoruz. Bu hafta sütunlarımızı Erdoğan’ın üzerinde durmadığı nedenlere ayırdık.

Sn. Cumhurbaşkanı ne yazık ki ekonomik gerilemeden, tutarsız dış politikadan, toplumsal sınıflar arasında açılan sosyo-ekonomik makastan, liyakati rafa kaldırmaktan, Türkiye Cumhuriyeti kuruluş ilkelerinden biri olan ‘Türkiye şeyhler, dervişler, meczuplar devleti olamaz’ ilkesini unutarak tarikatlarla görüşmenin zararlarından, israftan, dış politika zafiyetinden, FETÖ ile mücadeledeki heyecan kaybından söz etmiyor…

Yazının Devamı

Rantçı belediyecilik mi, halkçı belediyecilik mi? - III

Kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Ne yazık ki beldeler arasında dengeli kalkınma ilkesi unutulmuş durumda. Cumhuriyetin temel ilkelerinden biri olan eşitlik ilkesi rantçı belediyeler tarafından budandı. Belediyelerimiz batısıyla, doğusuyla, kuzeyiyle, güneyiyle eşit ve halkçı belediyecilik prensiplerine göre hareket etmelidir; beldecilik yapılamaz. Kurtuluş savaşını Türk, Kürt, Alevi, Sünni hep beraber kazandık; Cumhuriyeti de beraber kurduk. Beldeler arasında ayrımcılık söz konusu olamaz.

Son yıllarda özellikle rantçı belediyelerin bölgelerinde tarikatlar yine boy göstermeye başladı. Birer Ortaçağ sosyal yapısı olan, Cumhuriyete zarar vermek için emperyalizm tarafından kullanılan tarikatlara rantçı belediyeler de taviz veriyor. Tarikatların ilgili olduğu vakıflara finansal destekte bulunan belediyeler bile var. Halkçı belediyecilikte yurttaş esastır. Belediyenin kaynakları da yurttaş için kullanılır; şeyhler, müritler için değil…Halkçı belediyeler bilir ki; Türkiye Cumhuriyeti Devleti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar devleti olamaz…

Yazının Devamı

Rantçı belediyecilik mi, halkçı belediyecilik mi?- II

Çarpık kentleşme ülkemizin önemli sorunlarından biri. Metropollerden kırsala çok sayıda şehir ve beldemiz sağlıksız yapı ve manzaralara ev sahipliği yapıyor. Mavi kirleniyor, yeşil yok oluyor. Rantçı belediyeler beldeleri mahvetti. Pencere ve kapılar duvarlara açılıyor. Beton yığınlarına gömülmüş vaziyette belde sakinleri. Kahverengi ve gri göbek atıyor; mavi ve yeşil sürgünde. Fabrika bacaları, egzoz dumanları fink atarken, temiz havamız kirleniyor. Oksijensiz, parksız, bahçesiz beldelere hapsedilmiş durumdayız. Rant için dere yatağına kurulan siteler, patlayan kanalizasyonlar kaderimiz olmuş. Yağmur sularımız heba oluyor. Rantçı belediyeler yağmur sularını toplama ve arıtma eyleminden binlerce fersah ötede. Mahalle aralarında kalan fabrika ve imalathaneler beldelerimizi kirletiyor. Kent alanlarında yeşillik yok denecek kadar az. Belde arazileri özel çıkarcılara peşkeş çekiyor. Irmak ve deniz kıyıları yağmalanıyor, ne yazık ki belde kıyılarında mafya para kazanıyor. Yurttaşlarımız kamuya ait plajlara giremiyor. Birilerinin para kazanma hırsı yurttaşların kaliteli ve sağlıklı yaşamına kurşun sıkıyor. Çözüm halkçı belediyeciliktedir. Birilerinin karına hizmet etmeyen yurttaşı merkeze alan belediyecilikte.

Geleneksel kültürümüzün yapıtaşı, milli ruhun kaynaştırıcısı mahallerimiz de yok edildi. İnsanımız komşuluk kültüründen uzak, eyvah ki eyvah; kum yığınları gibi duvarların arkasına çekildi. Mahalle kültürünü yeniden oluşturmaya büyük ihtiyacımız var. Halkçı belediyecilikte uydu kenteler oluşturmak, aileyi ve komşuluğu koruyan, teşvik eden mahalleler kurmak esastır. Birbiriyle sohbet edebilen; sanat, kültür, spor aktivitelerine beraber katılabilen insanlar ancak ve ancak planlı uydu kent ve canlı mahallelerde var olabilir; rant uğruna oluşturulan yapay yaşam alanlarında değil. Kardaşlık, yoldaşlık, yarenlik rantçı belediyeciliğin mahalle ve sokaklarında hayat bulamaz.

Ekonomide de durum çok kötü. Neoliberal uygulamaların ülke ekonomisini getirdiği hal aşikâr. Özellikle dar gelirli vatandaşlarımızın mağduriyeti her geçen gün artıyor. Kira ödemek artık hayati derecede bir sorun. Artan ev kiraları kontrolden çıkmış durumda. Rantçı belediyeciliğin çarpık yapılaşma uygulamaları kiracıları mahvediyor. Halkçı belediyecilikte dar gelirli yurttaşların ev sahibi olmaları hedeflenirken; çağdaş, depreme dayanıklı konutlar inşa edilir. Yakın geçmişte yaşanan depremde yıkılan çürük binaları hep beraber gördük, acımız taze. Halkın yararına belediye anlayışında kamu kurumları kendi çalışanları için işyerlerine yakın alanlarda çağda konutlar yapmayı üstlenir; amaç çoğunluğun/yurttaşın yaşam kalitesini yükseltmektir. Rantçı belediye başkan adaylarının çoğunun gündeminde bu konu yer almaz. Halka odaklanan belediyecilikte kira bedellerinin 3 yıl dondurulması ise yurttaşın lehine diğer uygulamadır. Rasyonel bir takip sistemiyle kiralama ve artışlarda keyfiyete son verilir. Rant değil, yurttaş merkezde olur.

Yazının Devamı

Rantçı belediyecilik mi halkçı belediyecilik mi?

Yerel seçimler kapıda. Kamu reklam panoları belediye başkan adaylarının afişleriyle donanmış vaziyette. Gerek iktidarın gerek muhalefetin belediye başkan adayları kuru, ‘arabesk’ sloganlarla birbirleriyle rekabet ediyor. Afişlerde üretime, istihdama yönelik sloganları görmek neredeyse imkânsız. Bu değerlendirme de bizi mevcut sistemin belediye başkan adaylarının halka, kamuya hizmet edemeyeceklerini kanıtlıyor. Adayların çok büyük bölümü halkçı değil; rantçı adaylardır. Çözüm, hizmet üretemezler.

Peki, ‘Halkçı belediyecilik nasıl yapılır, kam odaklı belediyecilik nasıl olur?’ bu hafta sütunlarımızı bu konuya ayırdık; rantçı belediyecilikle halkçı belediyeciliği baz başlıklarda karşılaştıracağız

Emperyalizmin talimatıyla hareket eden yönetimler kamu hizmetini ve malını özelleştirerek halkçı belediyeciliğin içini boşalttılar. Belediye makamları halk için değil; rant için hizmet verir. Siyasi çıkar çevreleri, rantçılar, komisyoncular, belediye hizmetlerini satın alan özel şirketler Cumhuriyetin belediyelerini teslim almış, Cumhuriyetin kamucu anlayışını yıkmış durumdalar. Gerek iktidarın gerek muhalefetin adayları ise yıkım anlayışının sloganlarıyla seçmenin karşısındalar. Mafya ve bazı tarikatlar da Atlantik belediye sisteminin içerisindedir; onlar da pastadan pay almaktadırlar.

Yazının Devamı

Kürt sorunu mu, Amerika sorunu mu?

Bize göre Şeyh Sait isyanından bugüne ‘Kürt sorunu’ olarak nitelenen mesele ‘Amerika sorunu’dur; çünkü emperyalizm ve özellikle Amerika Ortadoğu ve Asya’da jeopolitik hedeflerine ulaşmak için yüzyıllardır aynı coğrafyada yaşayan, 1914-1922 yılları arasında emperyalizme geçit vermeyen kardeş millet olan Türk ve Kürtleri bölme stratejisini takip etmektedir; yapmış olduğu tanımla da kendi amaçlarını saklarken konuyu ‘Kürt sorunu’ olarak dünya gündeminde servis etmektedir…

24 Temmuz 2015’ten itibaren sorunu Amerika sorunu olarak tanımlayan AKP iktidarı, kimi zaman yalpalasa da, PKK ve siyasi uzantısı HDP ile karşı cephede mücadele etmektedir. Muhalefet partisi CHP’nin durumu ise oldukça vahim. Siyasi rant elde edeceğini zanneden CHP, konunun Kemalizm açısından gerçeğini görmemekte, ara ara genel başkanlar kanalıyla Apo’nun heykelini dikmek isteyen Selahattin Demirtaş’a selam etmektedir.

Biz konuya Milli Kurtuluş tarihimiz ve Kemalizm açısından yaklaşacağız. Mustafa Kemal Kürt milletini Türklerin her zaman kardeşi ve yoldaşı olduğunu beyan etmiş, bu yolda politikalar üretirken emperyalizmle mücadele ortak bir ruh oluşmasını sağlamıştır. Samsun’a çıkmadan önce Kurtuluş Savaşı denklemini çok doğru bir şekilde kuran Mustafa Kemal doğuda bir dayanak oluşturarak vatanı kurtarmayı hedeflemişti. Buna göre de ‘Türk ve Kürtleri tekmil milleti birleştirmek’ hayati derecede önemli bir eylemdi. Haliç Konferansı, Amasya Genelgesi, Erzurum ve Sivas Kongreleri, Heyeti Temsiliye Tutanakları, Misakı-Milli kararları, Halkçılık Programı ve 1921 Anayasası ve Lozan’da bu hakikatten asla taviz verilmemiştir; Türk-Kürt birliği esastır, daimidir… Mustafa Kemal, Kurtuluş savaşı günlerinde Kürt Aşiret reislerine konuyu yazdığı özel mektuplarda ortaya koymuş, emperyalizmle mücadelede ortak ruhun gereğine dikkat çekmiştir. Bölgedeki Türk ve Kürt çoğunluğa rağmen İngilizlerin bölgede bir Ermeni devleti kurma arzusu Mustafa Kemal ve Kürt beylerinin ortak hareketiyle engellenmiştir.

Yazının Devamı

Milli Eğitim ve Tarikatlar

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in geçtiğimiz günlerde tarikatlarla ilgili yapmış olduğu açıklama ülke gündemine bomba gibi düştü. Bakan Tekin, tarikatlarla Bakanlığı’nın protokol imzalaması üzerine gelen eleştirilere karşı, protokol yapıldığını doğrularken savunma olarak da ‘Sizler onlara tarikat diyorsunuz, biz STK (Sivil Toplum Kuruluşu) diyoruz cümlesini resmi ağızdan söyledi.

Bu cümle siyasi tarihimizin en talihsiz, garip ve siyasi literatürü alt üst eden cümlelerinden biri olarak tarihe geçmiştir. Bu savunma cümlesi siyaset bilimine aykırı, ‘karaya ak’ deme cinsinden hükümsüz bir cümledir. Bir siyasi, siyaset bilimine aykırı böyle bir cümleyi hele ki resmi ağızdan asla söyleyemez… Niçin mi?

Gelin önce siyaset bilimine göre Sivil Toplum Kuruluşlarının tanımına bakalım.

Yazının Devamı

Bizde Yılbaşı

2023’ü bitiriyor, 2024 için gün sayıyoruz. Yılbaşı kutlamaları yine ülke gündeminde olacak. Bir grup yılbaşını coşkuyla kutlama planları yaparken diğer grup yılbaşının bir Hristiyan geleneği olduğunu iddia edip yılbaşı kutlamalarının haram olduğundan dem vuracak. Diğer sahalarda olduğu gibi kutlamalar sosyo-kültürel ve tarihi kimliğinden fersah fersah uzakta farklı yaklaşımların birbirini suçlamasıyla birkaç gün bizleri meşgul edecek.

Şu soruyla başlayalım: ‘Yılbaşı kutlamalarının sosyo-kültürel ve tarihsel gerçeği nedir?’ Gelin hep beraber Türk kültür tarihine göz atalım.

Yılbaşı kutlamaları bir grup dincinin iddia ettiği gibi bir Hristiyan kültür ögesi değildir. Türkler Müslümanlığı kabul etmeden yüzlerce yıl önce de yılbaşı kutluyordu.  Nardugan bayramı olarak kutlanan yılbaşı özellikle Altay ve Orta Asya bölgesinde gün doğumunu ifade eder, Eski Türkler yeni yılda Tanrı Ülgen’in kırmızı kaftanı ve çizmeleriyle yeryüzüne inip, bolluk bereket dağıtacağına inanırlardı. 

Yazının Devamı

Şeyh Sait ve Özgür Özel…

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Cumhuriyet Düşmanı Şeyh Sait için yapmış olduğu değerlendirme ülke gündeminde. Özel, konuyla ilgili yaptığı açıklamada Şeyh Sait’in Cumhuriyet’e karşı çıkarmış olduğu isyanı kendi konjonktüründe yanlış bulduğunu belirtirken isyanının bastırılma aşamasında Cumhuriyet karşıtı Şeyh Said’in yakınlarının üzüldüğüne dikkat çeken Özel, Şeyh Sait’in yakınlarına saygı duyulması gerektiğini söylemişti. Bu sebeple konuyu sütunlarımıza aldık.

Öncelikle belirtmek isteriz ki; CHP Genel Başkanının bu değerlendirmesi ne akli ne de vicdanidir... Bir genel başkan bu kadar gaflet ve dalalet içerisinde olamaz. Cumhuriyet rejimini, milli devleti ortadan kaldırmak, bir şeri Kürt devleti kurmak için emperyalizm maşası bir vatan haininin cezalandırılmasının yakınları üzerinde oluşturduğu üzüntüyü dile getirmek garabetin ta kendisidir. Siyasi parti başkanlarının değerlendirmeleri rasyonel, milli, bilimsel, jeopolitik, ahlaki, sosyokültürel boyutta olmak zorundadır. Özel’in milli hassasiyete gölge düşüren, mantıktan yoksun değerlendirmesinin üzerinde durduğumuz yapıların hiçbirinde yeri yoktur. Özgür Özel, FETÖCÜ bir mantıkla bir grup Kürt seçmene hoş görünmek için mavi boncuk dağıtma yoluna girerek Şeyh Sait’in çukuruna yuvarlanmıştır…

Gelelim Şeyh Sait’e. Kimdir Şeyh Sait, suçu neydi, çıkarmış olduğu isyanın milli menfaatlerimize zararı nelerdi?

Yazının Devamı

Araplara Bakış

Köşe konumuz İsrail-Filistin savaşı ve ‘Araplara bakış’…

İsrail-Filistin savaşının hem dünya hem ülke gündeminde önemli yer tutması bizi bu başlığı irdelemeye götürdü.

Bu konuda da farklı bakış açıları ülke gündeminde.

Yazının Devamı
  • 1
  • 2